-Ne kadar garip değil mi?
+Garip olan ne?
-İnsanlara bir şeyleri bağıra bağıra anlatsan da, kimsenin seni duymuyor olması. Ne kadar acı değil mi?
+Acı olan ne?
-İnsanların gözlerinin önündekini her seferinde kaçırıyor olması…
+İnsanlar gözlerinin önündekini her seferinde kaçırmazlar ki…
-O tavırlar ne, hayırdır gardaş?
+Tamam da ne yani, seni hiç eleştiremeyecek miyiz?
-Bi dur daha olaya yeni girdik. Yaptığımız şey bir boks maçı değil!
+Sesini yükseltme.
-Yükseltirim! Burası benim bölgem! İstersem suratına işeyerek bölgemi bile belirlerim!
+Bana kendini ispat etmene gerek yok. Bunları kendine ifade etsen bile yeterli olacaktır.
-Sorgulanmaya tahammülüm yok mu sanıyorsun?
+“Seni diğerlerinden farksız yapmaya tüm gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez.”
-Suyuma giderek mi alt edeceksin beni?
+Sahip olduğumuz herhangi bir şeyi ispat etmek sanki bir zorunlulukmuş gibi bakmak zorunda mısın gözlerimin içine?
-Ne demek istediğimi anladığını biliyorum bana burada filozofçuluk oynama lütfen!
+Aksi halde inançları basit bir tiyatro ile tatmin olacak seviyeden ileri geçemiyor. İzin verirsen konuşmak istiyorum daha söyleyeceklerim bitmedi…
-Bu dinginlik ne lan böyle? Ne bu pozlar güzel kardeşim? Bu oyununu başka yerde oyna; benim söyleyeceklerim var…
+Ehehe.
-…
+Bu gülüş, ruh enfeksiyonlarına sahip kişilerin marazlarını daha da harekete geçirip, alevlendirecektir.
-Ne demeye çalışıyorsun lan?
+Hayatımı yeniden minimalize etme yoluna gidip önceden göremediğim şeyleri görmek bana iyi geldi nedense, uzun bir süredir cebelleştiğim bazı şeyler artık bir sonuca eriyormuş gibi hissediyorum.-:)
-A anladım. Şimdi siktir git!
+İçimin kalabalıklar, ah say ki felaket bir şey…
-Çocuğum manyak mısın?
+Batışından mı tanıyacaksın Güneş’i ey ahmak!
-Sen benim notlarıma mı baktın bakayım?
+İnsanlar geri dönüp baktıklarında hayatlarına, en büyük pismanlıklarına yapamadıkları şeylerin yol açtığını görüyorlar. İnsanlarin eylemleri başta zahmetli ve sıkıntılı olabilir; ancak uzun vadede pişmanlık hissiyle cezalandırılmalarına neden olan şey yine eylemsizlikleridir.
-Ne kadar güzel demişim. İleride pişman olmamak adına şimdi defol Allah’ın belası!
+Kanun sesi benzemiyor mu bir serçenin kanatçırpışına, söyle! Söyle ey sefil mahluk!
–Tamam biraz fazla gaza geldiğini düşünüyorum artık! Yıkıl lan!
+Anlam tebdili kıyafet gezer zihninde ve sen farkına bile varamazsın!
-Bak güzel demişim burada ama bak evladım onları öyle yazmadım. Bari adam gibi yaz da rezil olmayalım insanlara…
+Asla itiraf etmeyeceğin tesir için beni suçlama!
-Bitti mi? Bak senin yüzünden yazı stilleri değişiyor…
+Eheheh
-?
+Sevgim nefretime yetişti. Gece de gündüze eşitti. Şanslısın bugün dost ruhum bedenimden reşitti…
-Allah belanı mı versin illa?
+Ehehehe bununla başlamayacak mıydın zaten :)))))
– …………/´¯/)…………(¯ …………/….//…………..\….………../….//…………….\….…../´¯/…./´¯………../¯
….¯.././…/…./…./.|……|……………(.(….(….(…./.)..)..(..(…..)….)….).)……………../…/……./……………./………………. /……………………../………………(…………)…………..
*
Bak inan yazıların başının sıkıcı olduğunu düşünüyorsan böyle başlarım. Ama nefesimizi tutmaya alışmamız gerekiyor ve tahriklere tahammül seviyemizi biraz daha arttırmalıyız. Yoksa başında sıkıntıdan patlayan zihninin, nefesini tutarak ızdırabın bitmesini beklemeyecek. Nefesini tutup bir kerede bıraktığını düşün ve hemen artıkdan aldığı ilk nefesi. İşte istediğim etki bu güzellik. İstediğim etki bu…
▪ +Noktalama işaretleri, karşındaki kişinin seni anlaması için yaptığın durak ve vurgulardan başka bir şey değil. Eğer karşındaki kişi konuşurken dudaklarına değil de; ruhuna, bilincine bakıyorsa, inan bu tür şeylere hiç gerek kalmıyor.
▪ -Sizi tanıştırmadım değil mi henüz? Öyleyse tanıştırayım… Yalnızca provoke etmeye yarayan iç sesim…
▪ +Ehehehehe :)))
Neyse arkadaş söyledi de; yine yersiz, yine zamansız oldu söyledikleri. Onu bir şekilde görmezden gelmek ne kadar zor anlaman için bugünlük beni nasıl sobate ettiğine seni de şahit tutacağım…
▪ +Oley, oley, oley! Ben spekülatif bir iç sesim iksde…
Hani uzun süren aksiyon filmlerinin sıkıntı bir noktasında bir anda libidolar yükselir ve öpüşmeye başlarlar ya; işte o sırada lan bu sırada şart mı lan sizin dudak temasınız dersin… Tamam bu kadar kibar olmuyoruz, farkındayım. Neyse onun gibi yersiz ve zamansız beliren seslerin sözcük bombardımanı yüzünden kaç tane yazım, bilmem kaç saatim ve sigaram; yani vermiş olduğum o kadar emek… Evet, hepsi boşa gitti. Eğer sen de tanırsan onu bir şekilde devam etmemiz kolay olacak diye düşünüyorum.
▪ +(Kalp)
▪ .
▪ .
▪ .
▪ +Tamam kızma… Kainatın müziği yağmur sesi olabilir mi? Yoksa sokakların sesi midir asıl melodi? Yoksa toplum mu seslendirir dünyanın fikirlerini hece hece? Bu sefer nasıldım?
▪ -Bak sen böyle yaptıkça ben devam edemeyeceğim. Yağmur sesi hoşuna gidiyor diye abartıyor olabilir misin acaba?
▪ +Ehehehe
▪ -Farkındasın değil mi? Seninle mücadele etmeye çalışırken sığ bir insan haline geliyorum…
▪ +…
▪
Sahip olduğumuz herhangi bir şeyi ispat etmek sanki bir zorunlulukmuş gibi bakıyorlar gözlerimize. Aksi halde, inançları basit bir tiyatro ile tatmin olacak seviyeden ileri geçemiyor.
▪ +”Katı bir yuvarlak nesne için uzayda her zaman muayyen bir mekân olur; hâlbuki görünüşte elektronun böyle bir mekânı yoktur… Katı bir küreciğin hacmi olur; hâlbuki kalbe düşen bir korku veya merak ne kadar yer tutar diye düşünmek nasıl ki mânâsız ise, bu elektron için de böyledir…”
▪ -Karrrrdeşiiiğm! Ne alaka ulan şimdi bu?
▪ +İnsanları, benim bir huninin başkaldırısı olduğuma inandıramazsın!
▪ -O virgül ne o virgül?
▪ +“Mekân dediğimiz şey, hariçte mevcut olan bir şey değildir… Bizim, mekânda idrak ettiğimiz şeyler, aslında mevcudatın öz yapısından dış yapısına, yahut da dış yapısından öz yapısına doğru bir dizilme içinde bir bütündür; ve zaman dahi bu diziliş içinde yer alan, birini ötekine göre kıyaslama metodundan başka bir şey değildir…” Naaaağber?
Neyse sahip olduğumuz herhangi bir şeyi ispat etmek sanki bir zorunlulukmuş gibi bakıyorlar gözlerimize. Aksi halde, inançları basit bir tiyatro ile tatmin olacak seviyeden ileri geçemiyor. Bunun bizden ne kadar çok şey götürdüğünü yer yer sen de fark ediyorsundur. İspat etmek için girdiğimiz şekillerin, daha kendimizle baş başa kaldığımız ilk an, içten içe rahatsız edici varlığına rağmen, tekrar tekrar gerçekleşen o insanı dürtüler…. Başkasının gözünde kendimizi tam da istediğimiz şekilde görmek neden bu kadar önemli? Fotoğraf çekerken doğru açıyı bulma ümidi ile, o 45 derecelik açıda kırılan boyunlar gibi kırılmayacak mı prensiplerimiz? Ekranda gördüğümz ile aslında sahip olduğumuz arasındaki uçurumun varlığına dair şüpheyi idrak etmeye çalışıyoruz insanlar üzerinden. Tamam da bu neyi değiştirir ki?
▪ +“Özünü toplum içine çıkarırsan, hem kendinin hem de başkalarının başına dert açmış olursun. İnsanlar senin özünü anlamayacaktır; senin hakikatin onlara fazla acı gelebilir, senin hakikatin onların rahatınıkaçırabilir. Buna hiç gerek yok! Toplumun arasına çırılçıplak karışman gerekmiyor, giysilerini giyebilirsin.” Ehehe öğreniyorum değil mi?
▪ -Tamam bu sefer güzel bir noktaya parmak bastın; aferin…
Arkadaşın da dediği gibi bir felsefeyi izlediğimiz zaman maskelerimizi anlamlandırarak, sahte kimliklerimize bir kılıf bulup huzura ermeyi ümit ediyoruz. Tutarsızlıklarımıza bulduğumuz bir kılıftan başka bir şey değil bu… “İnsanlar senin özünü anlamayacaktır”… Özünü korumak anlamalarından daha önemli dost. Kanma şu böceğin fikirlerine. Kimse bulmasın diye sakladığın yerde bir gün unutunca özünü, üzülmeni istemem…
▪ +”Konuşmasına müsaade etmediğiniz biri, sizin düşüncelerinizden etkilenmez. Onun aklı, söyleyemediklerinde kalır.” !?!?!?!
▪ -Daha mesaj mı veriyorsun lan sen!
▪ +Hayır bunu okuyuca gösterdiğin muameleden dolayı söylemek istedim…
▪ -Oy, ne kadar da sevimlisin sen böyle…
▪ +Ama öyle…
▪ -Tamam okuyucuların gönlünü kazandın sanıyorum. Artık biraz sessizlik lütfen…
▪ +Ehehee
Konudan sapıyor olduğumun farkındayım ama şuna cevap vermediğim zaman ne kadar rahatsız edici olabileceğini bilmiyorsun…
Kaldığım yerden devam etmem gerekirse; bir insanın varlığını ispat etme gayesi, kendi acizliği ile paralel olarak artar ve azalır.
-Konuşma sikerim…
+Tamam da sen ne yapıyorsun o zaman?
-Bak güzel kardeşim benim yapıyor olduğum şey demin söylediğimden farklı kapa çeneni!
+Ehehehe. Artık okuyucuların kafasında minik bir soru işaretiyim :)
-Bak güzel kardeşim! Bak çenemde tik oluştu. Demek istediğim şey şu: Bir ressamın tablosunda bile vardır o ispat gayesi ama hakikat olarak sandığın şeylerin teşbihi zaten sana ait olmadığı için, senin varlığına ne bir şey katar, ne de bir şey eksiltir…
+”Bir münakaşayı kazanmanın en iyi yolu, o münakaşaya hiç girmemektir. Uzun politika hayatım, bana bir gerçeği öğretti: ‘Cahil bir adamı münakaşa yoluyla mağlup etmeye imkan yoktur.”
-Ulan bunu benim söylemem lazım böcek! Neyse her şeye rağmen haklısın…
İradesi maddede bir kere düşünce, anlamda bin kere düşüyor insan… O yüzden önemsemeyerek, hataların keskin yüzü ile anlamdaki varlığımızı neden yonttuğumuzu anlamamız gerekiyor…
+Bak sana anlatayım… Şimdi sen demin yanlış yazdığın harfi düzeltmek için bütün cümleyi sildin ya…
-EEEEEğ?
+İşte onu da ekle. Yani oradan kaynaklı bir benzetme… MM.. Böyle yapılmaz değil mi?
Yaptığımız hatalar, kelebek etkisi misali başka bir yerde bir anımızı öylesine etkiliyor ki; bu etkinin zincir halinde ulaşabileceği bir sınır yok. Bedenini etkileyen şey bilincini; bilincini etkileyen şey de mutlaka bedenini etkiliyor. Bu döngü arasında bir şeylerin farkına varsan bile kendine gelene kadar her şey bitmiş oluyor. Düştüğümüz hata bu işte dost. Bu gündelik hayatta yer yer farkına vardığımız: İşe gitmek için araba al; araba almak için işe git saçmalığının bir versiyonu falan da değil… Bu gerçek anlamda insanın varlığına, hayatına, onuruna, şerefine ve daha nice artık üzeri tozlanmış şeye mal olabilir.
+E araba döngüsü de olabilir. Sonuç olarak insanlar o döngü içerisinde kalmak için; onurlarını, şereflerini ve daha nice üzeri toz tutmuş şeylerini feda etmiyorlar mı?
-Evet ben gerizekalıyım. Evet ben aptalım güzel kardeşim. Düşünemedim. Şimdi izin ver ki, insanlar buna kendi başlarına düşünerek sahip olsunlar. Tüketilmiş şeyleri yıkmaya çalışıyoruz unutma! Sen sunarsan nasıl işleyecek zihinlerine?
+Ya sorgulamak mümkün, ya yaşamak. İkisi beraber nasıl mümkün olabilir ağbi?
Şimdi şu bebeyi ne yapayım ben. Zihninde şu soruya uyanan merakı görmesem; bıngıldağına vuracağım şeylerin ne olduğunu çok iyi biliyorum da, neyse… Immh. Bu sunulmuş iki seçenek arasında bir seçim yapmak zorunda değiliz. Aslında burada sormak istediği şey: “Bir insan sorgulayarak nasıl huzur içinde yaşayabilir ağabey?” olmalıydı. Yaşayamaz güzel kardeşim, yaşayamaz. Yaşasa bile samimi olmaz. Olsa bile, huzur yüzü görmez; anladın mı? Geçen her yılla birlikte, bir öncekine göre yenileniyor ve gelecek olanlara karşı eskiyoruz. Ancak şu an mutlak olarak yaşanabiliyor. O yüzden bunun kıymeyini… Bu nasıl bir döngü? Hangisini seçsen bir yerden patlıyor be güzel kardeşim.
+O zaman, o zaman şunu yaz ağbicim! “Şimdi” , geçmiş ile gelecek arasında sıkışmış, ezilen bir gerekliliktir…
-Gereklilik olursa bir şansımız olmaz mı ey minik dimağ? “Şimdi”den başka bir şansımız yok…
+İnsan varınca bir noktaya kendini sanki hep oradaymış sanır. Oysa ben unutmadım, unutamadım geçmişimi.
-Ulan fallik tezahür… Neyse biz de unutamıyoruz ki. Unutmaya çalışarak kazımıyor muyuz hepimiz zihinlerimize?
Unutmak bir zehir dost! Unutmaya çalışmak zehir kanına karışınca çılgınlar gibi ettiğin hareketten farksız. Ne kadar çok çalışırsan o kadar hızlı yayılır zihnine. Düşme sakın bu hataya! Sen rahat bırak onu, o bulur yolunu…
+”Pekala, ben mutluluğumun zekatını vermeye gidiyorum. Acı çekmekle kurtulacağım bu yükten! Siz de seyredin ey gafiller! Madem öyle yarışın ulan benimle, bu hayırda yarışın ki; anlayasınız kibir olarak gördüğünüz benliğimin acınası halinizin bir yansıması olduğunu! Ben, sırf sizi bulmasın diye acılar… Bir kaç günlük huzurumun zekatını vermeye gidiyorum; böylece kalkacak üzerimden yük, böylece bilenecek ruhum, böylece keseceğim ümitsizlik ipini boynumdan… Kederle, hüzünle yapacağım bunu! Sizi mutluluğa azat ediyorum; kendimi de hüzne… Ruhum, ancak bedenimden çıkarken koparacak boynuma dolanan ümitsizlik ipini. Böylece kurtulacağım boğulmaktan. Böylece kurtulacağım kendimi kederle dövmekten ve hüzünle bilemekten. Böylece korkmayacağım! Mutlu olduğumda, sonra feda etmem gerekenleri düşünmeden, zevkle huzura uçacağım! Şimdi gidiyorum…” Bu neyin davasıydı peki ağbi? Ehehehe.
…
…
…
-Beni üzüyorsun… İnsanım ulan ben insan!
+:(
Hayata direndikçe senden intikamını yorarak alıyor. Bıraktığın zaman da kendinden çok uzaklara sürüklüyor akıntısı seni… Ulan bi susmadı ki gireyim şu meseleye… Böyle kaçsam buradan küçük düşmüş olmam değil mi?
Kelimelerin anlamları yanlış kazınmış zihinlerimize ve bütün gücümüzü bunu korumaya harcıyoruz. Bahsettiğim kalıplar, bununla birebir alakalı güzellik. Birinin anlamını değiştirmek istesen ve görsen ne kadar dolanmış olduğunu diğer her şeye… Ah sana günlerdir bunu anlatıyorum. Çözmeye çalıştıklarımızdan biri de bu. İçi boşaltılmış diğer her şey ile uğraştığımız kadar bununla da uğraşacağız… Düşünmediğim şeyleri, sırf karşıdaki düşünüyor diye düşünmek zorunda kalmaktan yoruldum artık. Böyle bir mücadeleye girmem sana anlamsız gelebilir. Fakat yerimde olmadan yargılama beni dost. Bu seviyesiz zihin faaliyetlerine bir yerden sonra dayanacak gücü kalmıyor insanın. Yaşadığında sen de göreceksin.
+Tamda buna uygun bir şey biliyorum! Bir avuç dolar…
– Ne demek bu?
+Hani mekanda elini cebine atmayan bebeleri düşün…
– Eee?
+Onlar gibi değil mi işte? Para mevzusu aklına bile gelmese, sayelerinde bir bakarsın ki sen de parayı düşünüyorsun. Ehehe.
-Evet onun gibi denebilir…
Şöyle ifade edeyim dost: Zihnin bağışıklığı yalnızlıkla artar; topluluk ise direncini kırar. Bu denklem içerisinde topluluğu “tu kaka” olarak göstermek değil niyetim…
+Sana göre, çobanın oyu ile seninki de bir değil…
-Ulan ne alakası var! Ben onu mu diyorum!
Neyse, o kadar ince bir çizgi ki artık madde ile insan arasında; görünmemeye başladı, kimse yerini ve kalınlığını bilmiyor. Kızlarımız kendilerini güzellikleri ile ispat etmeye çalışan oyuncak bebekler. Ne hikmetse önce kendilerini maddeleştirip; sonra da madde gibi görülmekten şikayet ediyorlar.
+Ehehehe. Faşosun, neehehehe.
-Ne alakası var bunun faşizmle?
+E öyle işte.
-Erkekler onlardan çok mu farklı sanki böcek? Burada insanı tartışıyoruz kadın üzerinden. Kes sesini şimdi!
Kız sorar, “Gökyüzü neden mavidir?” diye. Sonra açıklar çocuk… “Dünyanın parçası, mm ışık kırılıyor falan…”. “Hayır” der kız. “Mavi yalnızca ruhumu dinlendiriyor.” Eveeet… Altına da, üzerinde kalp olan, iki oyuncak bebek koysaydım feyste binlerce sevgi pıtırcığı tarafından izdihama uğrardı. Ancak gerçekler bununla uzaktan dahi alakalı değil! Gerçekler böyle değil ki? Bunların uyuşturucudan ne farkı var? Eee?
+Mark efendi de milyarları götürdü bea ağbi!
Bu yapılanların, zihnimizde suni bir baloncuk açılıp, toz pembe bir retrica efekti eşliğinde kanımıza karışmasının bekleniyor olduğu bir sanal uyuşturucu olduğunu anlatmaya çalıyorum. Tamam, mantık her şey demek değil ama onsuz da yapamayız. Onsuz tehlikelere çok açığız… Sen o fotoğrafa bakarken Dünya’nın çeşitli yerlerinde çocuklar ölüyor. İnsanlar kendilerini batıl davalar uğrunda patlatıyorlar. Birkaç aile bir dünya para ile semirirken, milyonlar bir yudum temiz suya muhtaç. Çıkar o efekti zihninden çocuk! Çıkar! Dünya senin oturduğun yumuşak koltuktan bile daha rahatsız edici. Çıkar ki, bir kısım insan huzur(!) içerisinde yaşasın diye, diğerlerinin temizlediği tuvaletlere tek tek başını sokmayayım. Kokuşmuş köpek!
+…
Sırf tek başıma güç yetiremiyorum diye, susmalı mıyım? Karınca misali düşmek istesem bu davaya, ilk fırsatta üzerimden geçecek traktör tekeri ile de onurlanmayacağım. Karşılık beklemiyorum kimseden. Karşılığı da olamaz zaten bunun, ey iktisadı sindirmiş proleter benlik! Bana bak bana! Gözlerime bak! Bunu sokaklarda anlatsam anlamazsın! Samimi bulmazsın en basitinden kabuğumu görünce. Bunun benim kişiliğimle, cismimle bir alakası yok! Anla şunu artık… Bu Dünya’nın geçmeyen enfeksiyonu! Ahlaklı geçinen garip yaratıklardan farklı değiliz anlamamız gerekiyor. Elini ittiğimiz her çocuğun vebali var üzerimizde. Dini olarak algılama bunu hemen ahlak(?!?!?!) abidesi ate. Bu bir vicdan meselesi! Herhangi bir din görüşü ile problemim yok, inan buna. Sen dışında değilsin Allah’sızlık dinine mensupsun ate. Kişisel arzularını temellendirebildiğin için, bir çıkarın olduğundan oraya ait(!?!?!?) hissediyorsun kendini… Bu söyledikleriminden de seninle bir problemim olduğunu çıkarma sakın! Haddime değil kimseyi seçimlerinde dolayı eleştirmek…
+Biraz abartmıyor moson ağabey?
-Gevşek gevşek konuşma iki dakka! Dediğim şey onları seçimlerinin sonuçlarına terk etmekten başka çaremin olmadığı. Onları kendi hallerine bırakırken de rahat değilim. Yalnızca insan olup olmaması daha büyük bir öncelik benim için.
+Aman ne hoş sözler bunlar, ehehe
-Bak güzel kardeşim sana açıkça söyleyeyim! İnsanın samimi bir arayış içerisinde olması sonucu yalpalamasından asla rahatsız olmam. Ancak bazı samimiyetsiz piç kuruları yüzünden genelleştirdiğimin sanılmasını istemen daha büyük bir şerefsizlik!
+Tamam şuna cevap ver madem: Bir insan, başka bir insanla ya da bir insan, bilmediği bir toplulukta ne kadar özgür olabilir ki?
– Bak yavrucum alakası olmayan şeyleri sokma ikide bir araya!
+Hayır, bir yere bağlayacağım izin versene ağabey…
– Ney, söyle?
+Sordum ya, cevap versene?
– Nasıl bir özgürlük anlayışı bu? Özgürlükten anladığın şey ne? Ne özgürlüğü şimdi ulan? Sakın gülme kırarım o ağzını!
+Eh… Anladın sen.
-Bir gün gerçekten önemsememekten korktuğum için tahammül etmekten yoruldum. Sadece onlar ve ben olmaktan korktum kendi içimde. Ama biliyorum ki, kendimi bırakırsam bu akıntıya, sürüklenerek çıktığım yerde onlar olmayacak… Bunu mu öğrenmek istiyordun?
+…
-Dediğim gibi, akıntıya karşı kulaç atmak gibi hiçbir işe yaramıyor; yoruluyorum sadece. Kendimi bırakmaya karar verdim akıntıya; onlara değil, akıntıya. Onları da kendilerine bırakacağım…
+…
-Mutlusun değil mi?
+Hayır.
– Hayırdır?
+Kendi içinde çelişiyorsun…
Akıntıya karşı kulaç atmak gibi hiçbir işe yaramıyor; yoruluyorum sadece. Kendimi bırakmaya her karar verdiğimde yüreğime bir hançer saplanıyor. Bilincim ateşe tutulmuş plastik gibi eriyip zihnime yapışıyor. Bırakamıyorum kimseyi kendi haline. Kimse ile de yapamıyorum. Bana yardım etmen lazım dost! Yardımına ihityacım var… Bana güvenmen gerekiyor ki, bir şeyleri gerçekten değiştirebileyim…
+“Belki de terk etmem iyi gelecektir. Belki de boşuna direniyorumdur sürece. Bilmiyorum ama manen cayır cayır yakıyorlar kendilerini. Yalanlarla görmüyorlar, ben de seyredemiyorum, seyretmeyeceğim de, terk ediyorum hepsini…” Bu ne ?
– Ulan bunu nereden buldun vicdansız böcek!
+… İnsanlar sana nasıl güvenecek?
– Çok da önemsiyormuş gibisin…
+…
– Ooo tebrikler… Elimden geleni yapıyorum. Elimden gelenin ötesine geçmeye çalışıyorum her an. Elimden daha fazlasının gelmesi için uğraşıyorum daha ne yapayım? Onlar istemeden nasıl ulaşacağım? Her boka dahil oluyorsun da soru yöneltince mi sindin köşene?
+Vik
– Demek senin de zayıf noktan bu? Sorulan sorulardan kaçarak mı güvende olacaksın böcek? Saklanamazsın, heeeey antenlerini görüyorum!
+Vik
-Vöhöhöhk.
+“Basit şeyler için istiyorum bunu. Üzgünüm dediğimde inansınlar, mutluyum dediğimde inansınlar istiyorum. Kafalarındaki binlerce şüpheyi istemiyorum. Kaçmam, onlardan; kendilerinden değil. Şüpheleri sevmiyorum, şüpheler yoruyor beni, gerçekten yoruyor.” Vikeke. Bak bunu buldum
-Şüphe ile soru ayrı şey ey amip! Her soru şüphe oluşturmak zorunda değil. Ne demek istediğini anladım ama yine salakça bir girişim oldu kusura bakma.
+Vöööğk!
– şşşş sakin ol şampiyon… Sadece dediklerime inanan üç beş inanmış adama ihtiyacım var. Belki sadece o yüzden kendimi yalnız hissediyorum. Bedenen birinin yanımda olmasını çok önemsemiyorum, inan ihtiyacım yok böyle bir şeye. İstediğim şey sesimi işiten bir iki inanmış insan. Ancak o zaman bir şeyleri değiştirecek gücüm olur. Anladın mı?
+Sana yardım etmemi ister misin?
– ?
+“Kaçmak için çok bahaneniz var. Söylenenlere değil kişilere bakarsınız siz. Görünüşündeki bir kusur bile gölgeler dediklerini. Çünkü siz, kaçmak için hep bahane aradınız! Kaçtığınız şey gerçekti, yalana bilerek kandınız. Ey yolunu kaybetmiş insanlık! İşte “ben”, size bakarken kibrimde boğuluyorum. İşte ey “insanoğlu”, büyüyüp de gel artık erişkin insan haline. Tek gerçeği ruha gömdünüz ve yalanlarla övündünüz. Sana sesleniyorum ey beni içten yakan ateş! Şu insanlara inat içimi yalandan da olsa yakmıyor gibi yap Çünkü bir gün yalnız hissetmem, anlamamalarının beni üzmeyeceği o günün gelmesinden korkuyorum…”
– Gönlümü mü almaya çalışıyorsun?
+…
Nasıl hissediyorsan değil; ne düşünüyorsan “o”sun… Düşündüğünü, gerçekten hissedebiliyorsan olmuşsun dost. Gel devam edelim artık. Samimiyetle nefret bile edecek kadar korkaklardan olma ne olur… Karşısındakini ne kadar kolay anladığını sanıyor onlar bir bilsen… Ama anlamıyorlar işte. Doğruları bile yanlış. Bilmiyorlar dost. Herkesi, her şeyi buna göre değerlendiriyorlar; görmüyor musun gerçekten? Sırf çıkarlarına paralel düşüyorsun diye onlarla beraber yürüyorsun sanma dost. Yakınlıkları aldatıcı. İnan, yarın çıkarlarına zıt düştüğünde, seni ilk terk edecek yine onlar olacaklar… Onlar bahşedilmiş özgür iradeyi ağırlığında ötürü kaldıramayan yaratıklar. Şimdi insanlık ne yapacaklarını bile bilemeden oradan oraya taşıyıp duruyorlar. Bana mı güvensizsin gerçekten? Kandın mı gerçekten o böceğe?
+Aaa bu kömürmüş ve bilmem kaç yıl boyunca elmas olmayı beklemiş…
-Çocuğum bak sen iyice kafayı yedin. Bak benden söylemesi birazdan off tuşuna basınca ayılacak ve kendinden utanacaksın…
+Ama satın alınmak için kullanılan her paranın üzerinde; binlercesinin alın teri, emeği, hakkı, parmak izi var ağbi…
– …
İnsanlar yalnızca cümleleri görür, tıpkı parayı gördükleri gibi. Onun arkasındaki yaşanmışlığa bakmaz, emeği görmez; yazanı, yazdıran gücü umursamaz sadece ve sadece cümleleri yahut bir parça kağıdı görür. Gördüğünü beğenir. Bir böceğin serzenişinden farklı olarak; “Aaa bu kömürmüş ve bilmem kaç yıl boyunca elmas olmayı beklemiş…” der milyarlarcasının birikmiş emeği ile saflığa sahip olabileceğini sanırlar. Hala onları bana mı tercih edeceksin? İçlerine ne kadar battığını görmüyor musun gerçekten?
+Kaybedersen dünya yok olacak ama şunu bil: Sadece senin için…
– Bunun ben de farkındayım evet üzerimden bir traktörün geçecek olmasını önemseseydim buraya kadar sana tahammül etmezdim. Yine de gelişiyorsun, güzel cümleydi, tebrikler
+:)
Anlamanı istediğim bir şey var dost… Bu yol şans eseri seçilmiyor. Diğer yollar bilinmediği için de seçilmiyor. Bu yol ancak büyük bir çaba ile seçilebiyor. Sana enayilik gibi gelen büyük fedakarlıklardan sonra seçilebiliyor…
+Tamam da kim bu kadar engele rağmen girmek ister ki?
– Meydanın şu piç kurularına kalmasını istemeyen biri mutlaka bulunur merak etme. Sesinde bir hüzün mü hissettim senin amanın?
+:)
Ruhum acı içinde kıvranırken, uzunca bir müddet yanlış adlandırdığım durumlara sığınarak açıklamıştı durumu. Ancak ruhum gerçeğibulduğunda anlayabildim. Bu bir aydınlanma falan değil. Ben de rüzgara karşı saçlarını savuran dingin bir kırişna değilim. Bu bir farkındalık dost. Bu bir farkındalık… İnsanlar hep; gövdesini, kurumuş yapraklarını görür. Çamura uzamış köklerini görmezler… Unuturlar devasa ağaçların sulanmış topraktan beslendiğini. Bir gün gözlerin yakınımda bir çamura denk gelirse kızma bana olur mu?
Bazen gerçekten çaresiz kalıyorum. Ne derdimi anlatacak, ne de beni anlayacak birini bulamıyorum. Bıkkınlığımı, çaresizliğimi, alışık olmadığın şekillerde boş bir kağıda aktarmaya mecbur kalmak ne kadar acı bir bilsen…
+Duygu sömürüsü yapma ağabey…
-Ne alakası var?
+Dışarıdan öyle görünüyor benden söylemesi.
– Lan sen beni mi korumaya başladın köfte
+:)
Hani bazen, gözlerini kapatıp da kitaptaki tasvirlerde can bulmak, oralarda kendini bulabilmek, kendini kaybetmek istersin ya; işte burada yatacak yerin yok! Gözlerini kapatınca yeniden kendin ile baş başa kalıyor ve okumak için satırları, gözlerin açıkken yani, hayretle karışıyorsun satırlara; işte burada kendi bataklığında boğulacaksın! Gizlemeye çalıştıklarının utancını seninle birlikte yaşıyorum diye yanındayım sanma çocuk. Ben o kimliğine asla dost olmayacağım!
+Sakin ol ağabey… Sence insan toplumun belirlediği zevk çeperinden çıkınca mı bulur kendini?
– Tamam güzel yöntem. Gerçekten ilerleme kat ediyorsun… Şöyle ki, o kalıpların arasına sıkışan bir insanın ortaya koyabileceği bir şey yoktur. Gerçekte kapana takılmış bir vahşi hayvan edası ile kıvranıp durur saf bilinç. Hayatta kalmaktan ziyade yapabileceği bir şey olamaz. Bunun isteği ile yapılmış ani bir hareket ile topallayarak yürümesi hiç de küçümsenemeyecek bir ihtimal. Dikkatli olunmalı. Gerçekten çok dikkatli olunmalı…
+Peki ya bütün hayatını bir anahtar bulmak için harcayan ve bulduğunda ise, anahtarı kapıya sokarak çevirmeye korkanlar için ne yapılması gerekir?
– Kapıya gitmeli ve ellerinden tutup anahtarı beraber çevirmek gerekir küçük sincap…
+“İnsanlar, gelişirken sahip olduklarının, yöntemlerinin, yaptıklarının sonuçlarının farkında değillerken; ben farkındayım. Fakat kendim üzerinde sağladığım bu kontrol ve güç durumunda, inşa sürecini nasıl sorusunu sorduktan sonra başlatmak çok zor. Bilemiyorum, denklemi görebiliyorum fakat çözülse de denklem; bilinmeyenler hep bilinmeyen olarak kalmaya devam ediyor…” dediğini işitmiştim. Ne değişti söyler misin ağabey?
-Hah şöyle samimi ol canımı ye köfte. Gerçekten gelişiyorsun. Bak gerçekten. Gerç… Bilinmeyenlerin yerine kendimi koyarak çözmeyi bıraktım. Onlara bilinmedikleri hali ile muamele ediyorum. Ne kadar bir insandan kaynaklansa da, ben o insan değilim.
+Peki nasıl çözdün o zaman?
-Çözdüm demedim. Sadece bilinmeyenleri tanıyorum ve üzerinde uğraşmak artık daha kolay.
+Biraz daha açıklar mısın?
-Şöyle düşün seni eğer başta provokatif bir piç kurusu olarak tanımlamış olsaydım, şimdi içinde ortaya çıkmaya başlayan güzelliği kaçırmış olacaktım.
+Ama ayıp oluyor ağabey…
– ehehe:)
+:)
Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar…
Bitti sanma, bu o beyaz boşluktan. Biraz sakinleşip düşünmen için. Devam edeceğiz. Bu yazıların büyük resmin parçaları olduğunu görebilmen için terapi den başlayarak okunmasını öneririm. Yoksa birçok şey havada kalacak ve anlaşılmayacaktır. Sevgiler…