Her kelime zihni fethetmeye yarayan küçük bir asker gibi dost. Yüreğin davul seslerinin eşliğinde, dilinden dökülünce taarruza geçen küçük zihin fatihleri. Önce seninle dün yayınlamam gereken yazıyı paylaşıp, sonra bu kısımdan başlayarak devam etmem gereken mevzuya geçeceğim. Şimdi izninle çok farklı bir ruh hali tarafından esir alındığımdan paylaşamadığım bu yazıyı sunmak istiyorum…
*
Sadece, halkın içinde ve şimdilik yalnızca hakikati bulma amacı ile(!) bir köşeye sinmiş gözlem yapıyorum. “Ya kesin öyledir.” Senden kopmak gerçekten zor bir hal aldı, o yüzden elimden geldiğince yazmak istediklerimi iyice düşünüp, sana öyle yazmak istiyorum. Gözlemci olarak düşündüğü zaman farklı, o durumun içindeyken farklı düşüncelere kapılıyor insan. Dışarıdan bakmak, bir şekilde durumu kuş bakışı görmek demek iken; durumun içindeyken düşündüğün zaman, hücrelerine kadar nüfuz etmek mümkün oluyor o düşüncenin. Bu iki ölçek arasında bir yerde durmak gereksiz. O yüzden bu iki bakış açısı ile de düşünmek ve problemlere daha gerçekçi gözler ile bakmak istiyorum ki kafamızdaki resim sürrealist bir çalışmadan farklı olabilsin. Şu anda bakıyor olduğum yerde, yüzlerce insan hareket halinde, arabalar geçiyor. konuşmalar, kahkahalar, köpek sesleri… Ben bunları sana yazarken bir müzik dinliyormuş hissindeyim. Sokakların insanlar tarafından bir enstrüman gibi çalınmasının eseri bu ses. Tabi bu iyi yönden bir bakış açısı ve edebi değeri yüksek. Diğer bakımdan, şu anda rüzgarı ve yaprakların hışırtılarını, gecenin melodisini duyamıyorum. Gökyüzündeki yıldızları görebilmek ve iç sesimi daha net duyabilmek isteyebilirdim. Takdir edersin ki artık dünyanın geldiği hal yüzünden, münzevi bir hayat sürmeden öyle bir dinginlik yalnızca hayal seviyesinde kalabiliyor. İki ihtimali düşününce birini seçme ihtiyacımız kör olası eğitim sistemimizden kaynaklanıyor ve bunun dışına çıkmak gerçekten hiç kolay değil farkındayım. Sahip olduğum güzellikleri, sahip olabileceklerime değişmem çoğu zaman. Ancak o zaman kaybedeceklerin için bir risk almış olmuyorsun ve göz göre göre feda etmiyorsun varlığını.
Gözlerimi yukarıya dikip de, birkaç sevimsiz ampul yüzünden varlığı son bulan yıldızların acısını üstlenmek haddime değil diye düşünüyorum. Sahip olduklarım bu kadar. Zihnime sığabiliyor. Yazsam bir ömür alacak. İşte onlar ufkumu, varlığımı belirliyor güzel insan. Dünyanın kabuğunda var olma mücadelesi veren haşerelerden bir farkımız olduğunu da sanmıyorum ama bizimkisi laf işte.
Olduğum yerden bakınca acaba kendimizi mi kandırıyoruz, hayat gerçekten bu kadar basit olabilir mi diye de düşünmüyor değilim. Kendi ile baş başa kalmamak için sokaklara dökülen bir yığın insan, ellerindeki kurtuluş imkanını mı değerlendiriyor acaba? Peki ya bu kafasının üzerinde tasla belirlenmiş, bağımsız bir saç kütlesi olan herif ne yapıyor olabilir? Galiba bir hatunun vücut hatlarını incelemek suretiyle soyut düşünme kabiliyetini geliştiriyor. Mmm, tamam hatun güzel sonuçta ve ben de iki bin yıl öncesinden fırlamış bir keşiş değilim; ama onun gibi de bakmıyorum ki be güzelim.
*
(1 saat sonra)
Şimdi bir kafenin en uç köşesinde, bir telefonun ekranına, bir insanlara bakarak ve kafamda da teletabiler yuvarlanırken biraz daha iletişim kurmak istedim seninle. Eve geçince olmam gerektiği kadar ciddi olacağım için, içimdeki bu pislik “ehehehe” sesinden kurtulmak adına ön sevişme tadında bir giriş yapmak istiyorum. Bunları yazmasam rahat edemiyorum inan. Eksik kalıyorum. En güzeli böyle akışına bırakmak galiba. Kendimi zorladığım zaman ulaştığım nokta başkalarını tatmin etse de beni etmiyor. Bu yüzden biraz bencilce de olsa kendimi ifade edebildiğim ve girişte de karşılaştığın gibi, “bir iki cümle özgürlük” tadında konuşmak istiyorum. Eve gittiğimde cebimdekileri bir kenara bırakıp kıyafetlerimi çıkardıktan sonra hissettiğim o rahatlığı, yazarken de hissetmek istiyorum. Kimseden korkum, yahut bir çekincem yok. O yüzden madem bu güzellik kalıplara sokmaya çalıştıkça zarar görüyor ve ben kendimi smokin ile uyumaya çalışıyor gibi hissediyorum. Bazı şeyleri akışına bırakmak daha iyi olacak… Abiyeyle sokağa çıkmış liseli kıvamında görünmek hoşuma gitmiyor anladın değil mi? Tamam belki saf bir girişim ama gerçekten her saf şey birleşince güzel sonuç veremiyor güzel kardeşim. Tamam artık bir şey kalmadı herhalde. Bu sefer eve geçince…
*
Buraya kadar tekrar okudum eve geldiğim zaman. Resmen kibrimde boğulmuşum. Gözlerime perdeler inmiş de görememişim. Kendimi saldığım zaman nasıl olduğumu bilmek istemiştim sadece. Böyle göründüğümü bilmiyordum… Son kısımdan sonra yine eve geçemedim, görüşmem gereken biri ile görüştükten sonra eve geçip aldığım notları derleyerek yazının giriş kısmına koymayı düşünüyordum. Geldim ve derlemeden, düzeltmeden, aynen koyuyorum. Telefonla yazdığım için birkaç harf hatasını, ancak fark edebildiğim kadar düzeltebildim o kadar. Evet, bu kadar pislik bir insanım. Neyse bunu sonra tartışırız…
Sana eve gelmeden önce sokakta yarı baygın bir halde dolanan Ali ile tanışmamızı anlatmak istiyorum. Dönerken saat epeyi geç olduğundan yollar ıssız, ışıklar yanıp sönüyordu. Bende radyoyu kapatıp camları açtım ve bir süre öyle devam ettim. Tahmin edersin artık, gözlerim geriye dönüp transa girdiğim anda tepemin tası attı. Biraz daha düşündüm sinirim geçti. Biraz daha düşündüm aciz hissettim. Biraz daha, biraz daha derken yaşamadığım ruh hali kalmadı. Neyse tam eve ulaşmama bir ışık kala durduğumda açık pencereden içeri bir kafa uzandı. Ne içmişse artık yavrum; gözler gitmiş, nereye baktığını bile bilmeden bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Biraz ileride aracı kenara çekip aşağı indikten sonra devrile devrile yanıma ulaşmaya başardı. Tam ben tripten tribe girerken onu o halde görmek şamar gibi suratıma inince, devrildiği yere çöktüm kaldım, kalkamadım.
Neyse kaldırdım çocuğu, bir park bulduk oturduk falan. Gözlerime nasıl baktığını sana anlatamam. Haberi olmadan video çektim onu da ekleyeceğim buraya. Bana sigara ikram etti. Dediklerinin yarısını anlamasam da, iki saatin sonunda onu terk etmek zorunda kaldığım zaman sarılıp, “abi meydanı bu piç kurularına bırakmayacam” dediğinde sesimi hep duymuş olduğunu anladım. Gözlerini açamasa da dinlemiş beni Ali. Ulan “abi” deyip öyle bir sarıldı ki; geçmişimden de, geleceğimden de, fikirlerimden de, sıkıntılarımdan da ölesiye utandım, kahroldum anasını satayım. Anlattıklarını burada anlatamam. Anlattıklarımı da burada anlatmayacağım. Sadece iliklerime işledi bakışları. Bana bakarken gördüğü benim dışımda her şeydi ama bir şekilde sesimi işitmişti. Nasıl anlatsam, ne desem bilmiyorum. Hangi kelimeleri birleştirsem derdimi anlatırım bilmiyorum. Teslim oluyorum artık…
Yer yüzüne dağılmış milyarlarca insan arasından biriyim sadece. Önemsediklerim de benim, sevdiklerim de, sevmediklerim de benim. Hepsi benim bir parçam. Hepsi benim bir yönüm dost! Sırf benden uzakta acı çekiyor diye insanlara kulaklarımı tıkadıkça kahroluyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Evlerimizin etrafını duvarlarla çevirip kendimizi bir bok mu sanmaya başladık? 70 yaşında, çuvalına bulduğu ne varsa doldurup satmaya çalışan dedeye nasıl acırsın utanmadan? Kendine acı, kendinden utan piç kurusu! Nesin, neyiz ulan. Aynı memlekette bile bir yarımız, diğer yarımızın kahrını çekiyor. Bunu hangi sistemle izah edebileceksin? Suçlusu bal gibi de bizleriz işte. Masa başında kaç milyar kez memleket kurtarıldı da, masa toplandığı vakit çöpe gitti konuşulmuş fikirler hiç tecrübe etmedin mi? Diğerinin yerine geçene kadar mı varlığının sözde delili olan o muhabbetler? Bir sınıf aşağı, bir sınıf yukarı çıkınca nedir bu tavırlar ey güzel kardeşim? Ne oluyoruz da zulmediyoruz insanlara?
Ulan hiç maymunun maymuna kırbaçla zulüm ettiğini gördün mü, ey türünü, kökenini sevdiğim? Ne zaman, nerede bıraktık bizi onlardan ayırt etmesi gereken niteliklerimizi? Bilinçaltına küfretmek isterdim ama elimi kaldıracak, dilimi döndürecek halim kalmadı. Üzgünüm dost. Gökyüzü ay ışığında maviydi bu gece. Gece gibi değildi. Yıldızlarla süslenmiş ve garip bir şekilde aydınlıktı. O konuşmaya çalışırken gözlerine bakamadım da öyle gördüm gökyüzünü. Ona gösterince “ne güzel değil mi?” dedi gözleri bir kere daha kaymadan. Senin gibi on tane küflenmiş cesedi onun tırnağına değişmem işte. Konuya yarın gireriz…
Bugünkü mevzumuza dönelim…
Her kelime, zihni fethetmeye yarayan küçük bir asker gibi dost. Yüreğin davul seslerinin eşliğinde, dilinden dökülünce taarruza geçen küçük zihin fatihleri gibi bu küçük askerler. Seninle dün yayınlamam gereken yazıyı paylaştığıma göre, mevzuya geçebiliriz artık. Şimdi izninle çok farklı bir ruh hali tarafından esir alınmamdan ötürü çektiğim acıyı senden çıkarmak istiyorum…
Öncelikle artık yazılarımda görselliğe daha çok yer vermeye çalışacağım. Ne kadar aksine takıntı yapmış olsam da bu kaçınılmaz bir son gibi görünüyordu zaten. Buraya eklediğim videoları, beraber birkaç basamak çıkıp ulaştığımız yerde daha rahat konuşabileceğimizi düşündüğüm için izlemeni istiyorum. Böylelikle senin zihnin ile benim zihnim kaynaşacak ve aynı süreçten beraber geçeceğimiz için daha sıkı bir bağ olacak aramızda.
Karmakarışık içeriklere sahip olsalar da aslında hepsi zihinlere dokunup ortaya çıkmış bir çeşit fikir. İnkar edemeyeceğimiz kadar da tesir ediyorlar… Hem artık işitsel çağı da geride bıraktık ve yalnızca gördüklerimize iman ediyoruz. O yüzden sesimi kısıp şu videoyu izle şimdi.Videoyu izledikten sonra algı ve idrak arasındaki farka bakacağız beraber.
Bilgi dinine tapan ve yobazlığın bu çağa uyarlanmış hali yüzünden ezberlerin dışına çıkamamanın sonucu olarak ortaya çıkan özgüvenin, bilgiye itaati nasıl kolaylaştırdığını fark etmişsindir. Medeni cesaret gösterip konuşanlara, koro halinde onda ne bulduğu bile bilmeden alkışlayıp; ancak karşısında bir otorite gördüğünde sinerek susmayı tercih eden bir birey olmamak adına bu konuyu biraz açıp konuya öyle geçmek niyetindeyim. Her alanda insani zaafların kışkırtıcı etkisini görmek mümkün. Geçmiş yazılarda da hep ifade ettiğim bir şeydir bu. Gözümüzde normalleşmesini ve itibar kazanmasını istemiyorum böyle şeylerin. Bilgi ile bilgeliği ayrıştırıp bilgiyi seçen insanların, ezberledikleri bilgiyi iyi pazarlıyor olmalarının bir önem ifade etmemesi gerekiyor artık. Etkilendiğimiz kısım bilgiden çok, yazılarımda da görebileceğin gibi sunuluş şekli artık. İnsani arzular yüzünden doğal olarak başı dönmüş kişilere karşı zihinsel olarak sindiğimiz ve halihazırda kıyaslayacak başka bir bilgimiz de olmadığından akıntıya kapılmamak için direniyor olmamız bir şey ifade etmiyor. Bilinçaltımız o bilgiyi diğer şeylerin üzerine koyuyor. Yurt dışına çıktığında gördüğün katedrallerin hayranlık uyandırmak üzerine inşa ediliş sebebi de bu bir bakıma. Bir yapının mimarisi yüzünden o yapının amacına da hayranlık duyuyoruz. Bunu daha özet olsun diye takım elbisenin insanlar üzerindeki etkisini düşünerek anlamak zor olmayacaktır. Kabuk, kabuk, kabuk… İçindeki kokuşmuş bir parça et ve kemiği saklayamıyor inan. Buram buram pislik kokuyorlar. Zihinleri kirli, bilinçaltları, psikolojilerine bakmak bile istemezsin. Sana bakan gözleri arkasında anında neler şekilleniyor bir bilsen… Şekilci cesetleriz. Bu hale geldik evet. Zihinler, karakterler, duygular ve daha nicesi bir alışveriş unsuru haline geldi ve para birimi olarak onur, şeref, haysiye, asaletler kullanılıyor. Birini feda etmeden diğerine sahip olmak imkansıza yakın bir süreç ile mümkün ki kimse bu uzun vadeli yükün altına girmek istemez. Enayilik olarak görüyorlar anlayacağın.
Konudan çok saptık ama bunlar ifade etmek istediğim şeylerdi. Yazıların uzunluğundan şikayet ediyorlar ama gerçekten zihnimdekileri toplayıp kağıda ancak bu uzunlukta dökmem mümkün. Giriş, gelişme, sonuç bu çağda tedavülden kalkmış bir sistem haline geldi. Önce girişe hazırlık, girişe giriş gibi saçma sapan girizgahlar yapmak gerekiyor ki aynı idrak seviyesinde buluşulabilsin. Hiçbir şey olmasa, zihninde bir yerde ihtiyacın olan bir şeyin ilhamına mazhar olacaksın inan buna. Kimin ne kadar alacağını bilememem ama bir şeylerin bulunacağı kesin. O yüzden okumaktan korkma. Uzun yazılar korkutmasın seni. İnan burada instagram’da iki tıklayayım derken, orasını burasını çaktırmadan okşadığın insanların verdiği küçük hazlardan daha fazlası var. Neyse, az daha patlıyordum sana zor tuttum kendimi. Şimdi sil göz yaşlarını raki devam ediyoruz.Bundan önceki yazıda ifade ettiklerimi algıladığını düşünüyorum ancak beraber idrak edemedik henüz. Amacım az kullanılan kelimeleri yazarak şekil takılmak değil. Böyle düşünüyorsan suratını bu harflere sürerek rendelerim.
Amacım sana kavram karmaşası yaşatmak da değil güzelim. Bu kelimeleri ayırmamın sebebi yerini başka bir şeyin tutmuyor olmasından. Bundan önceki yazılarımdan birinde “bilgi” kelimesi üzerinden bunu açıklamıştım zaten. Linkini de buraya bırakayım da interaktif bir yol izlemiş olalım. Dets dı inovasyon beybi.Öncelikle idrak kapasitesinin zeka kapasitesi ile bir ilişkisi olsa da, doğrudan ondan kaynaklanmadığını bilmeni istiyorum. Bilgiyi tüketirken izlediğin yollar ve bilgiyi işlemede kullandıkların da buna dahil; yani bu yollar sonucu işlenmiş olarak zihninde bir bilginin bulabilmesi bir zeka işi. Ancak bundan sonrası akıl gerektiriyor güzel insan. O bilgiyi işleyerek bir şey üretmen için akla ihtiyacın var. Bu aklın zekayı kuşattığı anlamına gelmez sakın karıştırma. Tamamı ile kendi görüşüm olarak ifade etmek istediğim ve hiçbir cümlede hiçbir iddiada bulunmadığımı belirtmek isterim.
Akıl ve zeka bana göre tamamıyla ayrı melekeler ve hepsi beyinden kaynaklı. Bu dünya üzerinde gördüğümüz her şeyin bir aklın eseri olduğunu kabul edebiliriz. Etmeyebiliriz de ağzını eğme hemen küçük sincap. Arada bir tetikte misin diye kontrol etmem gerekiyor.Varlığımızı eğer kendi başımıza belirlemeye ihtiyaç duyarsak bir gün, bu melekelerin yardımına muhtacız. Karşımızda zihnimizi ele geçirmeye çalışan o küçük askerleri hayal edebilirsin. Bunu giriş kısmında söylemiştim. Bunlar hiçbir şey yapamasalar, en azından rahatsız etmeye programlı varlıklar. İnan hepsi iyi de değil. Şu “bir tık”, “ay internet ne hoş şey” gibisinden ifadelerin ötesinde gerçekten istediğin anda birçok şeye ulaşman çok kolay. Yalnız eski eşyalarını attığımız bir garaj gibi karmakarışık olan bu mekanda, kendimizi sürekli üzerimize yağan bilgi kirliliğinden muhafaza etmemiz gerekiyor. Bu arkadaşlarına şekil ya da whatsapp durumu yapmak için feysten ezberlediğin özlü sözlere benzemez. “üç kuruşluk insana, 5 kuruşluk değer verirsen; geriye kalan iki kuruş için seni…” gibi minik dimağların “ağğ” diye ekrana sarıldığı şeylerden değil onlar. Seninle, yani varlığınla birebir ilişkili şeylerin hemen hemen her yerde dikte edildiği bir mecra. Biraz araştırma yapmak istesen hemen her duyu organına dokunacak reklamlar, sen klavyeye salyalarını akıtırken bilinçaltına işliyor.Şu üzüm tanesinin bile daha iyi yazabileceği anlamsız söz dizilimlerinden, ki bunun bilinçsizce yapıldığını hiç mi hiç düşünmüyorum, oluşan parçaları da dinliyorsan ne mutlu sana küçük sincap artık sende teletabi diyarının bir üyesisin. Orada yalnızca mutluluk ve hatta neş’e içerisinde çimlerde istediğin kadar yuvarlanabilirsin. Sen yuvarlana dur Dünya çapında sırf bu iş için 600 milyar dolar para harcanıyor. Sen tüket, sev, seviş ve çimlerde yuvarlan diye. “Ya ama bunlar zatan güzal şeylaar” evet küçük sincap sen çimlerde yuvarlanmaya ve bu düşüncenle daha fazla insanı kirletmemeye çalış.
Bu unutulmuş düşünceyi nasıl da hatırladın? Nereden buldun da söyledin şimdi bunu? Bebeğim…Onların güzel şeyler olduklarının farkındayım. Ancak stratejik bir şekilde içleri boşaltılan değerlerimizin bir süre daha böyle devam edersek bir daha esamesi okunmayacak. Buradan yalnızca “din” olgusunu çıkarma ate! Bunun içinde sex, sevgi, aile bağları, dostane ilişkiler ve daha nice pıtır pıtır güzel olduğunu düşündüğümüz şeyler var anlıyorsun değil mi? Şu an sitenizin duvarlarla çevrili olması birkaç kilometre uzağında gettolaşmış insanların olmadığını anlamına gelmiyor. Sen onlara götünle bile bakmıyorsun diye ben hatırlatmak istedim. Böbürlenerek avucuna koyduğun bir demir parçası ile huzuru bulabilseydim; bütün günümü ayırıp şu yazıyı delirerek yazmazdım. Al buraya da dokunaklı ve bir o kadar da anlamlı o yazıyı koyuyorum. İnovasyon.
İnadına kullacanağım….Her zamanki gibi dağılmışım ama endişen olmasın toparlarız bir şekilde. İdrak ve algı diyorduk. “Hay götüm, bak nasıl da üst perdeden konuşuyor?!?!?!” diye düşünüyorsan sen zaten yoksun bebe. Burası benim dünyam o yüzden bakışlarını diğer sekmedekilere çevirmeni rica ediyorum. İdrak ve algı diyorduk. Bak suratını satırlara sürterim değiş…Zihinlerimizi farkında olmadan hibe ettiğimiz yaratıkların olmasını istediğimiz gibi olduğumuzdan dolayı ve her haltı sorgulayıp bir çıkar bulamadığımız için terkeden insanlarken bunları da düşüneceğiz. İstesek de, istemesek de. Fikirlerini insanlara beğendirmeye çalışmayacaksın tıpkı varlığın ile yapıyor olduğun gibi. O aşamaya gelene kadar kullandığımız ne varsa tek tek inceleyecek ve nerede hata yaptığımızı nasıl düzeltebileceğimizi sorgulayacağız. Belki çözüm sunamayacağım ama sormak da bir faaliyet; cevap vereceğim günler de yakın. Zihnimizin bir kısmında kurtarılmış bölge oluşturabilirsek eğer oradan zehirlenmiş bölgelere de akınlar düzenleyebileceğiz. Biraz kurcaladım bu aşamaya gelmeden önce. En azında şunu söyleyebilirim ki durum gerçekten çok ciddi.
Sosyal bir şekilde var olmaya çalıştığımız zaman, ki bu birçok şeye kulaklarımızı tıkamamız anlamına geliyor, mutluyuz. Hedonist köpekler haline gelip de kendimize ya da bir başkasına zarar vermeden de farkına varamıyoruz maalesef. Takdir edersin ki içinde yaşadığımız su yavaş yavaş ısıtılıyor. En basit problemini bile internette arattığın zaman “kansersin, öl piç!” diye kendini paralayan yazılar görüp etkilenmene rağmen. Gerçekten zihninin bu durumu için bir şey yapmıyor oluşun ne kadar acı değil mi? Daha bu kısma gelene kadar bile bi çok güzel insan yazının uzunluğundan dolayı harcandı. Sen nadir bir elementsin. O yüzden, bunları yalnız başıma yaşamak istemediğim için sana ihtiyacım var. Anlamana bile gerek yok, orada kalsan yeterli. Parmaklarım su toplamasın diye sonra devam etme kararı aldım, sevgiler…