Fikrim tüy gibi, bazen semaya yakınlaşıp; çoğu zaman çamura batıyor. Bazen semada aşka dokunup, çoğu zaman nefrette boğuluyor. Takip edemiyorum ve anlam veremiyorum çoğu zaman. Bir tarafta nefret oluyor; öbür tarafta aşk. İkisini de susturamıyorum. Bütün o sesler arasında, kendi sesimi bile duyuramıyorum. Gündüz uyuyup, gece uyanan mitolojik varlıklar gibi kemiriyorlar beynimi. Bazen her şey susuyor. Hemen unutmaya meyilli ben, yokluklarından istifade hep arzulamış olduğum istikrara üfürüyorum fikir tüyümü. Savruldukça savruluyor fikir. Her şey susunca bir sessizlik çöküyor…
Susuyorlar.
Bazen o kadar susuyorlar ki, sessizlikleri ile baş etmek de dayanılmaz bir yük haline geliyor. Kabul edilebilir bir şey değil!İnkar edilebilecek bir şeyde… Aslında orda olduklarını bildiğin şeyleri gözardı ederek ilerlemek saçma geliyor bazen. Ayak uydurmaya çalışıyorsun. İş öyle bir noktaya geliyor ki iradeni ancak kendinle savaşarak elde edebiliyorsun. Bir yerde sözde yuvarlanıp giden hayatlar arasında, ucubeleşmiş düşünsel sarsıntıların ile topallayarak yaşamak durumunda kalıyorsun.
İstikrara üflenen nefes kesiliyor bir süre sonra. Mükemmel beyin senfonisi kaldığı yerden devam etmeye başlıyor. Bazen bir anda sanki hep ordalarmış gibi ortaya çıkmaları ile irkiliyorsun. Bazen garipsenemeyecek kadar doğal güdüler ile bir anda belirmeleri, seni kendine karşı kışkırtabiliyor. Göğüs kafesindeki kısa süreli ağırlık. Çoğunlukla çözmeye çalıştığım anlamsız hissiyatlar ve bazen bir kaç kısa kelime. Bahsini etmek için bile kendimi kontrol edemediğim bir güdü ile hayatımın işleyişini manipüle ediyorlar. Kuramadığım cümleler ile güç gösterisi yapıyorlar ve nokta ve virgül, hep istedikleri yerde… İnsan garip bir mekanizma. İnsanı keşif yolculuğundaki daha ilk adımında kendimin üstesinden gelememem daha garip. Bilemiyorum diyecek kadar baskın geldikleri anda noktayı koyman gerekiyor. Daha neler söylemek istediğinin bir önemi yok.
2 min read