-Fikri bugün sen başlamak ister misin?
25. kare: İzlediğimiz görüntülerde, hareket halindeki görselin gözümüze saniyede düşen çerçeve sayısıdır. Buna kısaca fps denir. Yani “Frame per secont”. İlk zamanlardaki sessiz filmler 16 ila 24 FPS arasında herhangi bir kare hızındaydılar fakat kameralar el ile döndürüldüğünden bu hız havayı yakalamak için sahne süresince değiştirilirdi. Bu karelere sonradan bilinçaltına işlemesi ümit edilen fazladan bir kare eklenirdi. Buna günümüzde “subliminal mesaj” olarak tabir edilen ve artık teknoloji ilerlese de 25. kare olarak zihnimizde yer etmiş bir telkin metodu olarak bakabiliriz. Şimdi her cümleyi böyle açıkladığımı düşünsene… İnan birkaç sayfalık yazı onlarca sayfaya çıkacak ve yazının korumaya çalıştığım niteliği amacım ile beraber bu dile gömülecek. O yüzden bunları açıklamıyorum. Anlayışına sığınarak bu tür durumlarda senin bu metaforu yazılara uyarlamanı bekliyorum. Burada düşünmeni beklediğim şey ise şu; Mmm… Eğer görsellerde bilinçaltıma dokunan şeyler farkında olmadığım o kareler ise. Muhtemelen bunun edebi varyasyonu da o tür bir sistem içerisinde gerçekleşecek. Demek ki bir telkine maruz kalıyorum, edebiyatın uyaranları tarafından çekilmemin istendiği bir yol var. Oradalarda sıkılıyormuşum hem. Mmm… Sıkılmam pek hayra alamet olsa da bunun da bir anlamı olmalı… Bunun ne kadar yüzeysel bir örnek olduğunun farkındayım ama en azından zihnin bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Sıkıldığın yerlerin, tekrar ettiklerimin, üzüldüğün, içten içe sevindiğin ve kaçtığın her yerin bir sebebi vardı. Senin kendine yenilerek bu sürece direnmeni istemediğim için birkaç yazıda gireceğim mevzu uzadı durdu. Gerekirse eğer açıklamayı da sürdüreceğim. Ama benden her şeyi açıklamamı da bekleme. Bu hem yazıların hem de fikirlerin niteliğini öldürerek seni kurtarmaya çalıştığım tüketim çılgınlığına itecek yeniden. O yüzden okları bana çevirmeden önce yalnızca biraz düşün olur mu?
Edebiyatın 25. karesi sıkıldığın yerlerdi. Mesajlar ise gördüklerin ile çelişen hislerin. Artık aradan sıfatları da çıkarmamız gerekiyor. Hitap ederken araya koyacak “sen” dışında daha anlamlı bir şey kalmadı. Oraya kadar indirgenebildiğimizi düşünüyorum artık. Bir sen var bir de ben. Onlar ise artık diğerleri olacak. Ölçeklerimiz değişiyor yavaş yavaş…
Aradan sıfatları çıkarmakla beraber(artık seni sıkmış olması gereken “dost” bile buna dahil), soyut olan o yerde varlığımız en saf haliyle bir birliktelik kurabilecek. Belki sonrasında tükettiğimiz ve artık ritüelleşmiş olan bu sevgi sözcüklerini, hak ettiği anlamları içlerine yükleyerek tekrar kullanacağız. Yalnızca bunun nasıl bir süreç olduğunu anlaman için açıklıyorum. Sana açıkladığım mevzuları interaktif bir biçimde yazılarda da kullanıyorum. Kartlarımı bu kadar açık oynamamın da bir sebebi var ve aldığım şey büyük risk. Halimi bile bile beni aradan çıkarabildiğin zaman gerçekten nereye baksan, baktığın yer senin için “gerçek”ten bir anlam ifade edecek. Yüzeysel ifadeler ile sürekli bir şekilde uyuşturduğumuz zihnimizi “gerçek” şeyler ile yeniden işlevsel hale getirebileceğiz.
Alıştığın süreci değiştirmek zorunda değilsin. Kendini buna mecbur hissetme hem sana bu kadar yakın, hem de sağ köşedeki çarpı işareti kadar uzağım. Başta seni uyuz eden iç ses de bunun içindi zaten. Sana seçim sunduğumu bilmeni istedim. O olsa burada “E ben telefondan okuyorum. Sen masaüstünden okuyanlara gönderme yapıyorsun. Ben bunun haricinde bir kategoriye dahil olmalıyım. Mmm.” diye uyanıklılık yapardı. Halbuki burada şekilden soyduğun zaman anlam şunu söylemek istiyor. Buna mecbur değilsin. İstediğin zaman kendi yüzeysel dünyana dönebilsin…
İkinci satırda bahsettiğim “gördüklerin ile çelişen hislerin” durumunun ise 25. kare metaforundan sonra kullanılması şu anlama geliyor. Gerçeği içgüdüsel olarak kavradığın zaman bu olduğun halinin görebildikleri ile çelişebilir. Bu durumda sezgini gördüklerine tercih etmen gerekir. Aksi durumda hislerinin yerini, “sadece bir paragraf saçmalıktı” düşüncesi dolduracak ve buraya kadar geldiğin o zor süreci unutup kurtulma yolu arayacaksın. Normalde bu 25. kare zımbırtısında(ağğ bunu bu kadar tekrar ettiğim için ne kadar ızdırap çektiğimi bilsen beni anlamaya çalışırdın) seks ve başka başka şeyleri uyarıcı faktör olarak bilinçaltına işlerler. Ancak burada yaptığım şey ise, “insan” olma mücadelesini kazımak derinliklerine.
Hitap ederken araya koyacak bir sıfatımızın kalmama durumunu “indirgenme” sözcüğü ile açıklıyor olmamı da bir cümlenin karesini alarak derinleştirmek durumundayım. Küçülerek geldiğimiz son noktadan bahsediyorum burada. Eğer karşımda “sen” ve etkisinden hala kurtulamadığımız “diğerleri” olmasaydı hiç girmezdim bunun altına. Neyse kendimizi sunarken ya da başkaları için çoğunlukla saf niyetle duygularımızı ifade etmek adına kullandığımız bu sıfatlar, o kişiyi gözümüzde yahut o kişinin gözünde kendimizi yüceltme amacı güdülen sözcüklerdir. Bunlardan dediğim noktaya indirgenip, “sen”, “ben” haline geldiğimiz zaman ise varlık en saf hali ile meydana çıkabilir…
Bahsettiğim güruhu ise indirgenmiş saf varlığımızdan tecrit etmek sureti ile “diğerleri” diye tanımlamam ise şu anlama geliyor. Onlara ulaşamayacağımı idrak ettim. “Diğerleri” maddenin üzerimdeki manipülasyonları ve tahriki olarak görüyorum bu yolda. Onlar “diğerleri” olmalı sen ve ben de “biz”…
Duygulardan girdik, hissetmeyi gördük. Hissetmekle bitmedi süreç, iyi hissetmenin varlığını acı ile bildik. Düşündük üzerine ve fikirlerle tanıştık. Yalpalasak da düşünmeye alıştık. Zamanı gelince alışkanlıklar ile savaştık. Ezberlere ulaştık, maskeleri düşürdük, en son kalan şeyi yani benliğimizi gördük. Kavramları tartıştık, kendimizle ve bir birimizle uğraştık durduk. Bir aydan biraz fazla zamana 20 den fazla muhabbet sığdırdık. Bence artık soyutun tasvirinin ötesine geçmenin zamanı geldi. Yıktık değil mi aradakileri, “diğerleri”ni?
Herakleitos’un “Aynı sularda/nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü ile kafama dank eden bir gerçeği de zamanı gelmişken paylaşmak isterim.
Evrende bizim dışımızda her şey bir değişim halinde olduğu için, Herakleitos ne kadar vicdanlı davranmış olsa da bizim adımıza, o nehre ikinci kez girmek istediğinde nehir de sen de değişmiş olacaksınız. Bu durumda ikinci kez baktığın şey içinde öncekinden farklı bir anlam ifade etmiyorsa evrenin kanunlarına gösterdiğin anarşist tavırlar için seni tebrik etmek isterim.
Yazı da tıpkı bunun gibi harfleri değişmese de ancak senin zihninde bir anlamı olacağı için sen değiştikçe değişebilen, kendini değiştirebilen, sürekli akan ve zihinleri yıkayan bir nehir gibi. Değiş ki değişsin.
+Zihnin bağışıklığı yalnızlık ile artmaz mı ağbi? Topluluk direncini kırmaz mı? Ne diye dedin ki şimdi bunları. Bilseler ne bilmeseler ne değil miydi fikrin?-Gerekiyordu Fikri. Böylesi gerçekten gerekiyordu.+Bir insan başka bir insanla, bir insan toplulukta ne kadar özgür olabilir ki ağbi? Ne diye zincirledinki kendini onlara?-Zincirleri kırdığım zaman sapıtıyorum Fikri. Zincirler bazen gerekiyor. Bu sefer gönüllü taktım zinciri diğerleri gibi değil…
+Ama ağabey kaçmak için çok bahaneleri var. Söylenenlere değil, kişilere bakar onlar. Görünüşündeki bir kusur bile gölgeler dediklerini. Çünkü onlar kaçmak için hep bahane ararlar biliyorsun bunu. Kaçtıkları şeyin gerçek olduğunu bile bile yalana kanarlar. “Ey yolunu kaybetmiş insanlık” diye bağırsan, “işte bize bakarken kibirinde boğuluyor aşağılık mahluk” diyecekler. Sonra dünyan yok olacak ama yalnız senin için ağabey…
“Akrep, nokta nokta rûhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
+Bu neydi şimdi ağabey? Ne güzel konuşmuştum bu neydi şimdi? Bir de bana dersin saçma ve yersiz girişimler diye. Bir de arka fon vermiş hey Allah’ım… Bunun kan damlayan gülden bir farkı yok ağabey!-Tamam lan sen öyle deyince gaza geldik yazdık işte Allah Allah… Hem burası benim mekanım ve yazmadan önce sana soracak değilim. +Bu ne Amerikan filmi ağızları ağbi? Ehehe. Bak tutamadım kendimi…-Ne varmış konuşmamda. +Ağbi biraz abarttın o şiirle. “Sana soracak değilim”ler falan ehehe.-O lanet olası çeneni kapat Fikri.+Sönön tök sörönön nö bölöyör mösön öğbö? Ö köcö köçönön…-Fak of Fikri…+”Bir ateş sarmış ruhumu. Açılsa her mevsim yüreğim, yazı yaşar bir dünyanın soğuklugu. Titreyen satırların hali zor, açıklaması zor içimin huzursuzluğunu.” Ehehe. Melankolik ergen tavırlarla yıllar önce yazmışsın ağbiyy:)) Demin buldum :)))-Düşmana gerek yok Fikri. Düşmana gerek yok…
Neyse artık yarın olaya gireriz. Bunu da izah 3 diye yayınlayıp atmak istiyorum üzerimdeki yükü. Şu Fikri bebesi ile görülmeyi bekleyen bir hesabımız var…