1. Anasayfa
  2. Alışılmış Süreç-3

Kabul edemediğinde inkar ettiklerinden sende ne kadar var?


0
15 min read

Hep mi sahip olduğundan fazlasını ister insan? Sahip oldukların ne zaman yetmemeye başlar sana ey güzel insan? Dünya üzerindeki hangi şey ne kadar doyurur seni? Yaşamak için mi yersin, yoksa yemek için mi yaşarsın? Sınep atmak için yemeyi ayrı tutuyorum onu karıştırma lütfen. Ne zaman arzuların ismi açgözlülük adını alır? Ne zamandan beridir açgözlülük ve ilkesiz tutku hırs adı altında pazarlanıp, alaka görmeye başladı zihinlerde? Soruyorum sana doğru bildiklerin için mi yaşarsın, yoksa doğru bildikleri için mi?

Öyle ki, hepimiz bilinçli isanlar olduğumuzu iddia etmemize rağmen bilinçsiz yaşayan yaratıklar gibi davranıyoruz. Doğru olarak bildiklerimizi sırf toplum arasındayken talep görmeyecek diye, kokuşup güzelliğini kaybedene kadar zihnimizin ücra köşelerine terk ediyoruz. Beni dinle şimdi güzel insan. İnsanlığı bir insana indirgemeni rica ediyorum senden. Bütünün bir bedende can bulmuş haline bir bak lütfen. Sence de evriminin daha çok başında durmuyor mu?

Cevap ver ey materyalist beyin. O beden üzerinde daha çok konuşmak isterdim ama söyleyeceklerimden çok, senin düşündüklerini önemsiyorum. Yazının ilerleyen kısmında yer yer değineceğim o bedene. Şimdi izin ver zihnin onu biraz kurcalayıp kendine göre betimlesin.
Tv programlarından, müziklerden, filmlerden, dizilerden, internetten ve kitaplardan dahi sorgulamadan edinilmiş kimliklerin, akranlarımız tarafından sevilmesi yüzünden her yer değişik yaratıklarla doldu taştı. Artık bu meseleyi gerçekten görmezden gelmek mümkün değil. Buna karşı durmak bile bir kalıp halinde savunularak pazarlanıyor zihinlere. Nereye dönsen, birbirinin üzerine yığılmış insanlarla karşılaşmak artık normal. Öyle ki her kategoriden birini alıp kaç tane istiyorsan çarpsan gene bir şey değişmiyor. İnsanları birbirinden farklı kılan tek şeyin pahalı kıyafetler olduğu şu dönemde eline fener alıp pazar meydanında tanrıyı arayan Nietzsche’ye hak vermemek mümkün mü sence? Ters çevirip biraz silkelediğin zaman içlerinden yere saçılan şeyleri görmeni isterim.

İnsanlar güvendikleri şeyler onları yalnız bıraktıklarında gerçekten hırçınlaşıyorlar. Savunmaya geçen bir zihin ile iletişim kurmak gerçekten anlamsız olsa da zihnin tıpasını açmak gerekiyor bazen. İçinden çıkanları görmezden gelmek çoğu zaman mümkün olmasa da, insan gerçekten “yapabileceğim bir şey yok” yanılgısı ile olduğu yerde debelenip durmaktan daha fazla şey yapabilecek güce sahip. Ben kendimle dahi mücadele edemeyen aciz bir varlığım. Ama hiçbir şey yapmadan da oturamıyorum. Elimden gelen ve kendimi ifade edebildiğim şu yerde sorduğum soruları, güzelliğine sığınarak ifade etmeye çalışıyorum. Senin düştüğün çelişkilere bende düştüm. Sürekli teyakkuz halinde olmazsan o akıntı seni istediğin yerden çok uzaklara sürükleyecek. İnan buna, kendini bir an bile bırakmak istemezsin. “Amaaan yea” dediğin ilk anda şu mavi boncuk içerisinde gelişimin noktalanacak ve olduğun yere bile yetemeyecek hale geleceksin. Yalnızca şu oturduğun yerde oturarak dahi bir ömür geçirebileceğini ve insanların bunu garipsemeyeceğini bilmen gerekiyor. Hayatını “diğer” insanları referans alarak idame ettirmek zorunda olduğunun algısı yüzünden seni alıp birkaç milyon ile çarpınca “diğer”leri sonucuna ulaşmak kaçınılmaz oluyor. Fiziksel evrimini noktalamış bir varlığın, zihinsel evrim sürecinin elleri yerde debelenen kısmında zevkle kalıyor olması kadar büyük bir saçmalık olabilir mi?

Soru sorulduğu zaman tüylerimiz diken diken oluyor ve ne yapacağımızı bilemiyoruz. Diğer her şey gibi tükettiğimiz cevapların içten içe bize ait olmadığının farkındayız. Bir niteliğe sahip olmamız gerekiyor artık ey güzel insan. İnsani zaaflarımız yüzünden gerçekleşen durumları sevimli kelimeler ile tanımlayarak normalleştiremeyiz. Hep olduğumuzdan fazlasını isteyeceğiz. İstidadımız bu yönde iken, bu duygunun tatminini materyalize etmek ile kendimizi basitleştirdiğimizin farkına varmamız gerekiyor.

“Ya aslında öyle abarttığın gibi değil ki” diyerek kendini bu kategoriye dahil etmemek için verdiğin mücadelenin farkındayım. Tıpkı bu paketleyip rafa kaldırma sürecin gibi bir süreç ile gerçekleşiyor diğer inkarların. Zihnin sindirilmiş fikirlerine karşı bir tepki olarak, bulduğu küçücük bir açık ile olsun o düşünceyi yok etme peşinde uğraşıp duruyor. Sen pire için yorganı yakma peşindesin dost. Çünkü şu dayatılmış düşünsel süreçlerin dışına çıkmayı her istediğinde varlığını kökünden değiştirmek zorunda kalacaksın. “Madem öyle her şeyi yakmak daha çok işime gelir” diye düşünecek zihnin. Yaktıktan sonra ise o boşluğun yerini mutlaka bir şey dolduracak. Evren boşluk kabul etmez. Senin arzun ile bilincin dahilinde gerçekleşmeyen şeyler, bir şekilde dayatılmış olgular ile dolacak ve farkına bile varamayacaksın.

Sistem o kadar güzel ki, inan yalnızca sorgulamamak yeterli huzuru bulabilmek, mutlu olabilmek için. Ne zaman kafanı kaldırıp “ulan ne oluyor burada” desen suratına öyle bir şamar inecek ki bir daha kafanı çıkarmaya korkacaksın. Demem o ki sorgulamak cesaret ister. Böyle dediğime bakma öyle her yiğidin harcı değil topluma dayatılmış klişelere karşı bir tepki olup sokaklara düşmek. Bunları muhtemelen her kendini entelektüel ve bilinçli bir birey hissetmek istediğinde konuşuyorsun zaten yine o toplumda. Ancak muhabbet noktalandığı vakit, o bilinçli birey ve entelektüel halin de noktalanıyor. Gözler çeşitli vücutlara kayıyor, dinlediğin müzik tekrar işlemeye başlıyor zihnini ve direncin kalmadığı anda tekrar gözlerini kapatıyorsun gerçeklere. Bunun üstesinden gelmek gerçekten kolay değil. Bizi bizden daha iyi tanıyan ve şu anda biliyor olduklarımızın bilincine yıllar önce ulaşmış insanlar için resmen bir laboratuvardayız. Afrika nasıl ki biyolojik silahların ve ilaçların denendiği bir laboratuvar ise şu bir türlü insanların kendi haline bırakılmadığı toplumda öyle bir laboratuvar. Sanma ki bu yalnızca memleketimize özgü bir problem. Dünya üzerinde yaşayan üç beş kişi dışında herkes sistem içerisinde bir yer edinme peşinde anlamsız bir uğraş veriyor. Sistemin dişlileri istesek de istemesek de bizleriz. Buna karşı bir güç uygulamak için muhtemelen çok geç. Ancak fiziksel sistemin derinliğinin farkına varıldığı zaman durumun ne kadar vahim bir seviyede olduğu anlaşılabilir.

“Erdem veya fazilet kavramı, felsefe tarihinin başlangıcından beri yer alır. “İnsanın ve yaşamın anlamı nedir?” sorusuna verilen felsefi cevap başlangıçta “erdemli olmak” olarak belirtilmiştir. Örneğin mutluluk yaşamın temel amacıdır ve mutluluğa ulaşmanın yolu erdemli olmaktan geçer. Bu düşünceye göre erdemli olmaksa ancak bilgi sahibi olmakla mümkündür. Ayrıca erdemli olmak bilgi sahibi olmak demektir.”

Kafaların çalışmaya başlamasından bir süre sonra tespit edebilmiş olduğumuz bazı insanların, çağının çok ötesindeki düşünceleri hayatları pahasına savunmaları ve o bilinç seviyesine felsefe yolu ile ulaşabilmiş olmaları beni her zaman çok etkilemiştir. 2500 yıl önce düşünülmüş şeylerin fazlalıklarının ayıklandığı ve daha yüzüne bakılır bir hal aldığı şu dönemde bilgiye ulaşabildiğimiz kaynaklar o kadar profesyonelce dezenformasyona uğratılıyor ki, sen gaza gelip de kendini zeki hissettiğin ve sorgulamaya karar verdiğin zaman yine onların “bilmeni istedikleri” çerçevesinden dışına parmağını dahi çıkaramıyorsun. Bu Erdoğan’a karşı geliştirdiğin(!) toplumsal tepkinin çok ötesinde bir durum. “la gardaş tamam öyle de bak darbe oldu millet sokaklara…” sus bi güzel kardeşim. Mesele o değil ki. Yalnızca tankların karşısında dikilerek kurtarılmıyor bu memleket. En büyük darbe yıllardır ara verilmeden zihinlerimize yapılıyor. En basit sorularda bile zihnimiz felç geçirecek hale geldi. Bu durum düşündüğünden daha derin.

Kendinden biraz daha genç olan kitleyi biraz seyredersen ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. Yarın onlar için bir şey ifade etmeyecek olan değerlerin farkına varman gerekiyor. Edecek olsa dahi onlara o ifadeyi sunacak olan yaratıklar gene çaresizce bizler olmak zorundayız. Kendine baktığın zaman ne görüyorsun güzel kardeşim? Toplumun beğenisine sunduğun ve iki tık ile kalplere boğulduğun şeklinden bahsetmiyorum. İçine baktığın zaman gerçekten bir şey görebiliyor musun? Kıyafetlerini, aileni, sosyal medyadaki takipçilerini ve daha nicelerini çıkardığın zaman köşeye sinip tir tir titreyen o insan için bir şeyler yapmamız gerekiyor. İnan yarın bunun için geç olacak. Sen neden kaynaklandığını bile bilmediğin sıkıntılarını antidepresanlar ile bastırmaya çalışarak yaşamaya devam edeceksin. Güzel şeyler senin için ulaşılması zor ve asla orada bulanamayacağın duvar resimleri gibi olacak.

Temelde yemek için yaşa; yaşamak için ye döngüsünden başını kaldırıp da, “lan bu hayatta benim gerçekten bir anlam ya da önemim var mı?” diye bir soru dahi soramadan “efendimisss” diye ağzının sularını akıtarak, sahip olduğunu sandıkların ile var olmaya çalışacaksın. Bu resim gerçekten bu kadar boktan be güzel kardeşim. Bana kulak ver. İnan bu kadar kötü tablo. İçini karartmak istemezdim ama inan böyle bir saçmalığın içinde imtihan olunuyoruz. “Amaan dünyayı ben mi kurtara..” derken yıllardır ayarını tutturamadığım tekmemin havada süzülen halini gözünde canlandır olur mu?

Akranlarımın varlık sebepleri, kendilerini ifade ediş biçimleri birbirine o kadar benziyor ki… Tamamıyla tüketilmiş karakterlerden ibaretler. Oradan buradan gördüklerini düşünmeden toplayarak ne hale geldiklerinin farkında değiller. İnsanları aslında onlara gerçekten sahip olduklarına inandırmaya çalışarak, zaten saçma olan bu döngüyü iyice işin içinden çıkılmaz bir hale getirip, bir yerden sonra devreyi yakıyor ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar.

Yapabiliyor musun? Ama bir dene en azından. Kendinde ve tanıdığın diğer insanların maskelerini kaldır zihninde. Ne görüyorsun soruyorum? Mutluluk mu? Huzur mu? Sevgi mi görüyorsun ey çakma Polyanna? Kendine bak! Kabul edemediğinde inkar ettiğin şeylerden sende ne kadar var?

Ben bu soruları sorduğumdan beri huzur yüzü görmedim. Değiştirmeye çalışmak kolay sanma. Yüzlerce kere yenildim ve yüzlerce kere yeniden başladım. Kafayı taktım ve yapacağım. Yapmak zorundayım şu yaşadıklarımın gerçekten bencilce bir anlamı olmaması için. Kendimi itin götüne sokarak o kadar çok zaman geçirdim, o kadar debelenip durdum ki insanlar şaşıp da bir soru sormasın ve ben inanmadığım bir cevabı vermeyeyim diye. İnan neredeyse ben inanacaktım. Kırıldığım yerler o kadar kaynadı ki bir birine artık kırılmak için daha büyük bir kuvvetin üzerime çullanması gerekiyor. Kendimi hazır olduğuma inandırmıyorum. “Madem öyle niye söyledin?” ile başlayan soruları sormanı istediğim için yazıyorum o gereksiz şeyleri. Sorgulamanı istiyorum. Yeri gelince şekil şukul triplerle yaratıcıyı sorgulamayı marifet bilirken bunları da sorgulamanı istiyorum. Gözlerini uzaklara diktiğin zaman “ağ dalmışım” yerine koyabileceğin daha anlamlı şeyler olsun istiyorum. Her soruya verebilecek cevabım yok benim dost. Her soruyu sorabilecek gücüm var sadece. Kendi düşünsel sürecimi manipülasyonlardan kurtarmaya çok yaklaştığım için “huaaaaaaaa” diye bir ses eşliğinde, zihninde bir ampül yakana kadar yazmak niyetindeyim. Sanat iltifata tabidir bunu bil. Allah’tan yaptığım şey sanat olmaktan uzak ve bakışların beni kötü etkilemiyor. Bak yine geldi aklıma ama geçen yazıda noktaladığım için şimdi paragraflardan topuklarımla suratını ezmek istemiyorum.

İnandığımız değerler uğruna, burada aklına direk din gelmesin gözünü severim, samimi bir mücadele vermek şöyle dursun; hissettiklerimizi bile ifade etmek korkar olduk. Lost dizisindeki bir türlü ortaya çıkamayan “diğerleri” gibi bir put yüzünden kendi kimliklerimizi kaybetmenin eşiğindeyiz. “Ehehe kimliğim var oley” deme hemen! Biraz ele bakalım katkı maddelerini zihninden geriye ne kalacak. İşte ilgilendiğimiz ve üzerinde çalışmamız gereken nokta orası. İşte onu elinden tutup değerli hissetmek zorundayız. Şu saçmalığın ortasında oynuyor olduğun rolü ne kadar iyi oynadığın ile ilgilenmiyorum. Kafka’ın kullandığı böcek metaforunu kullanıp biraz olsun insanmış gibi düşünmek zorundayız artık. Ehehe ironik ve birazda saykodelik bir cümle oldu. Tuvalete gidip geliyorum…

Şimdi Sokrates’in insanın varlığını anlamlı kılan şeyin erdem olduğunu ifade etmiş olması ve erdemi elde etmemin bilgi ile mümkün olmasına dönmek istiyorum. Öyle bir zaman dilimindeyiz ki böyle sevgi pıtırcığı tanımlamalar ile kıramıyoruz çerçeveleri. Her yere bir şekilde nüfuz etmiş göremediğimiz zararlı organizmalar tarafından moronlaştırılıyoruz. Onları ispat etmek zor olmasa da şimdi bununla uğraşmak istemiyorum. Güzelliklerin bilincinde olmamıza rağmen o birimin şu toplukta geçerli olmaması yüzünden kadim değerlerin nasıl ters yüz olduğunu biraz düşünürsen sen de görebilirsin. “Kaçan kovalanır oloooom“ diye bir taşın atıldığı kuyuya sen de kafa üstü atlayıp karşındakine işkence ederek bir sonuca ulaştığını sanarak, egonu okşaya okşaya kaçırdığın gerçekleri düşün.

Bu tür meselelerin aynı beyin tarafından süzülerek “aha la ben şunu yaptım, o da bana bunu; demek ben bunu yaparsam o da bana… mmmm.. Huaaaa” misalinde bir döngü sonucunda doğru kabul edilmesi ile hepimiz sapmadık mı? Bunu uygulamaya geçirmemiş olabilirsin, meselede o değil zaten… Sana zihnimizdeki değerlerin sorulan sorulara verilen cevaplarla nasıl derinden işlendiğini anlatmaya çalışıyorum. Nezaketin bir ön sevişme unsuru haline gelmesi, değerin çıkarlar çatışana kadar sürebilmesi… Küçük ama insanı anlamlı kılacak şeyleri nasıl da ucuz fiyata satıyoruz değil mi? “Varlığını ortaya çıkar! Kim olduğunu bul! Al bak şuralara bak. Bak bu sen olabilirsin. Mmm şu da sen olabilirsin.” Gibi sempatik tavırlarla sunulan karakter skalalarında bir seçim yapmak zorunda değiliz. Her gün bir yenisi çıkan kişisel gelişim kitaplarındaki kendini keşfetme sanrısı değil istediğimiz. Gözlerimizi açıp her şeyi yeniden tanımamız gerekiyor. Beynimizi ilk defa gerçek bir amaç uğruna kullanmak için zorlamamız gerekiyor. Yoksa power türk dinlerken bağıra bağıra eşlik edip; “aaağ bak aynen, aynen, aynen ben de böyle hissediyorum” dalgasının seni savurduğu yerde gerçekten bir şeyler hissettiğini sanman kaçınılmaz olacak. Dünyaya bir kere geleceğini düşünmeden önce neden geldiğini düşünmeyi akıl ettiğin zaman ortada bir gariplik olduğunu fark ediyorsun. Umarım ne demek istediğimi anlıyorsun çünkü bahsettiğim ciddi mevzulara bir giriş yapmış olduk. Diğer yazılar bu kadar düz olmayacak çünkü bu meselenin çözümü için kafa yoran insanlar hep yüzeylerinde gezip durmuşlar. Bizim biraz daha derinlere girerek; psikoloji, din, felsefe, bilim gibi aletlerle araştırma yapmamız gerekecek. Bu yüzden benim kendimi geliştirmeye ve sana layık olabilmek adına daha fazla araştırma yapmam gerekiyor.

İçimdeki kadim sorulara tarih boyunca insanlar hep farklı cevaplar verdiklerinden ve sana yazının başından beri anlattığım “baban da olsa güvenme” felsefesinden dolayı kulakları kaldırıp sürekli tetikte kaldığımdan dolayı bir noktada ipin ucunu kaybettim. Oranın neresi olduğunu bile bilmiyorum. O yüzden yazdıklarımı seçerek oku ve neye ihtiyacın varsa onu al. Düz olarak yazmaya zorlasam da kendimi içeriği ve araya yedirdiğim şeyler hiç düz değiller. Her biri üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Sürecime dahil ederek içimizdeki çocukları darbenin yapıldığı noktalara götürerek bilinçlendirmeye çalışacağız. En azından artık bir şeyler yapabiliyor olduğumu düşünmeye yakın bir yerde olduğumdan, insanlara karşı duyduğum sevgi ve şefkati daha çok ifade edebileceğim. Bunun insanlar üzerindeki etkisi tartışılır. Çünkü yalnızca hissettiğim gibi yaşamaya çalışırken bile, dokunduğum insanlardan aldığım geri dönüşler yüzünden vazgeçmek istedim bana gerçekten çok uzun gelen zaman diliminde. Bazı şeyleri görmezden gelmek gerçekten çok güç. İnsani özellikleri yıpratmadan güçlü kalmaya zorlamak ruhumu, bilincimi, psikolojimi; hem de diğer sorular kafamı kemirirken gerçekten çok yıpratıyor. Ne yazık ki bana engel olan ne varsa, artık bırakmak zorundayım. Hepsine en sevdiğim şekillerde veda ettiğim için bir pişmanlık duymuyorum.

Bende insanım heeeey! En az senin kadar mücadele etmem gerekiyor her şey için. Ürettiğin bahaneleri bir kenara koyup kendin için bir şeyler yapman gerekiyor. Buraya senin için bir kitaplık bırakacağım. https://1drv.ms/f/s!Ai8t6X9i0Q66mhs9Jn6tFfsKTYB1 . Gönlünce yararlanabilirsin. Yapmamız gereken tek şey şu beynimizin ödül mekanizmasını kolaya alıştırmadan, okuduğumuz uzun yazılardan da zevk almayı becerebilmek. Ondan sonrasını beraber halledeceğiz. Sevgiler…


İlginizi Çekebilir
Madde ve Mana

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

ReCAPTCHA doğrulama süresi sona erdi. Lütfen sayfayı yeniden yükleyin.

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.