1. Anasayfa
  2. Uncategorized

Yeni Süreç(1)


0
10 min read

Blog sitemden ilk defa ayrılma kararı aldım güzel insan. Sesimi buradan da işitebileceğini bildiğimden, geriye kalanlar çok da dert değil benim için. Buranın içimi dindiren salt bir güzelliği var nedense. Diğer yer hor kullanılmış, ısınamıyorum bir türlü… Galiba fazla bile cümle kurdum bu değişiklik için. Neyse şanslıyım, burada boş bakışları caydıracak girizgahlar yapmam gerekmeyecek  

Aylarca süren o sıkıntılı süreci burada sayfalarca anlatabilirim, muhtemelen dikkatini çekebilecek kadar da tutabileceğim bakışlarını şu harf kombinasyonlarının üzerinde. Eserlerini yakarken ki huzura dikkat kesil şimdi. Varmak bazen kefil olabiliyor geçmişini yakmaya. Bakarsan sen de görebilirsin gözlerindekinin hüzün olmadığını. Huzurdu gözlerindeki Mevlana’nın. Neyse anlamışsındır herhalde o süreci. En azından şimdilik, bu sayfada yazmayacağım bu mevzuyu. 

Her bir parçamı, bir yerlerde önce unuttuğum ve sonra çaldırdığım zamanlarda bir bankta oturup geleni geçeni seyrediyordum. Birkaç telefon geldi. Çıkarıp ekrana bakmak bile nasıl bir yük anlatmam imkansız. Hipnotize olmuş bir şekilde seyretmeye devam ettim zıt yönlere geçen onca insanı. Arada bir başımı sallayıp, beni asıl görmek istediğim manzaradan koparan düşüncelerden kurtulmaya çalıştıysam da, birkaç saniye sonra yine buhulanıyordu gözlerim. Uyuz eden telefon sesini kısmama rağmen, başka başka kişiler sağ bacağımı uyuşturana kadar titretmeye devam etti amacını çoktan aşmış, haddini zorlayan iletişim aletini. Sesini yok ettiysem de soğumadım inan. Hattı, bataryayı çıkarıp, kırdıktan sonra toprağın on metre altına gömmek, üzerine kireç döküp en azından tabiatı zehirlememek istiyordum. Titredikçe titredi. Ben direnirken, bir yandan da beynimi cımbızla çeken düşüncelerden koptuğum için peşini bırakmıyordum o hissin. Neyse nasıl bir takıntı ise telefonun susmuş olmasının verdiği his ile biraz huzur buldum. İşte o an fark ettim birçok şeyi. Ne kadar da susamışım huzura. Ruhum düşen bir iki damla buharlaşmadan zihnimin sıcağında yaladı yuttu ne varsa. O an hani derler ya aydınlanmak diye, yaşadığım onca aydınlanmadan sonra artık heyecanını kaybetse de karanlığımda cılız bir aydınlık peyda oldu. Havanın kokusunu aldım uzun zaman sonra ilk kez. Tütünün hükümranlığı son buldu galiba burnumda ya da uzun zamandır ilk defa gerçek bir nefes aldım bilmiyorum. Sonra rüzgar dokundu tenime. Sonra geçen insanların seslerini işitmeye başladım. Derken bütün duyularım tek tek yumurtalarını kırdı. Saf bir sadakat, saf bir heyecanla duyumsayabildikleri ne varsa emdiler resmen. 

Önce üşüdüm sanmıştım diken diken olan tüylerimi görünce. Sonra irkildiğimi anlayabildim. O an bir şeyleri gerçekten istersem değiştirebilecek kuvvetin, an içinde gizli olduğunu anladım işte. Kalktım hemen bir sigara yaktım. Yürümeye başladım. Kafamda, bu geçici hazzın bir işe yaramayacağının adice fısıltısına karşı tepkisiz kalabilmek için direnen iyi niyetli düşünceleri ayakta tutmaya çalışarak biraz yürüdüm. En sonunda, sol yanımda ince ince isyan eden bir organım( ki o muhtemelen dalaktır) sayesinde biraz soluklanabildim. O an alabildiğim kadar karar, zihnim batmadan önce atabildiğim kadar yükü, son bir çırpınış olarak ve inan insanüstü bir çaba ile tekmeledim durdum zihnimden dışarıya. Şimdi zihinde canlanıyor bir şeyler ya, inan bu yaşadıklarım hayal edebileceğin gibi değil. Gerçekten beynimin iç işleyişine iyi niyetli bir virüs gibi anlık sızışımın sonucu olarak kendimden gasp ettiklerimin bir ödülü bugün ayaklarımı uzatıp sana seslenişim… 

Muhtemelen beni o sırada dışarıda gören biri dalgın bir adam olarak tanımlardı ama zihnimin içinde bir ihtilalin fikir sesleri inkar edilemez, ispatın gereksiz, inkarın anlamsız olduğu o şekli ile işitilebiliyordu. Gereken yerlerden gücü, bilgiyi, inancı alıp, unutmamak için hepsini isimlendirdikten sonra; çocuksu bir neşe ile, bir süre iç organlarımın triplerinin geçmesini bekledim. Nefesim ve doğal olarak nabzım normale dönünce, normal birine gelir gibi sundu kendini bana dünya. İçimdeki aşağılık köpekler nereye kaçtı bilmiyorum ama uzun zaman sonra gerçekten hissedebildiğim için önemsiz geliyordu her şey. Neyse çok uzatmayayım. Aldığım kararlardan biri, içimde ne varsa kusmaktı ve sen burada bir bölümüne şahit oldun. 

Pek çok platformda, zihnimdeki temizlik çabasını ayrı ayrı paylaşıp bütün maskelerimi düşürene kadar tam on gün geçti. Öyle ki buraya birkaç damlası düştü. Bir iki gün önce yaranın kabuğu da düşünce, kurcaladım o yeri biraz. İnceledim, kaşıdım ve hatta kanattım biraz. Bu içsel otorite mücadelesi beynimin ilkel kısmından aldığım emir ile son bulunca biraz oturup yazayım dedim. Bu diğerleri gibi değil. Sanıyorum ki aradaki farkı bilecek kadar iyi tanımıyorsun beni. Yakında zihninde canlandırdığım dünyada renkler değişmeye başlayacak. İşte o zaman ne demek istediğimi anlayabileceğini düşünüyorum. Yazdıklarım için, farklı platformlarda buhranlarımı tespit eden pek çok kişi, yazan parçama övgü, eleştiri ve fikirlerini sununca yaşadıklarımın edebiyat maskesi arkasında hala bir şekilde gizlenmeyi becerebildiğini fark ettim. Lütfen izin vermeyin şunlara. Düşmanımı hafife aldığım her an semirip duruyorlar. Cepheler çoğaldıkça da, çöküşüm hızlanıyor… 

İlla ki görmüşsündür bir yerlerde yıldızların evrimini. Verdiğim örnek, sana beni kibirli bir domuz olarak algılatmasın diye normalde önemsemeyeceğim şu olayı açıklayayım önce. Dünya üzerinde var olduğunu sanmış insan sayısının, o kadar sıfırı başka bir yerde yan yana göremeceğin kadar çok katı yıldızın evren içerisinde debelenip durduğunu hatırlatmam gerekiyor. Bu havlayan iç sesim mi yoksa gerçekten düşüneceğin için mi yapıyor olduğum bir açıklama bilmiyorum ama inan zihnimde gerçekleşen tepkimelerin, yıldızların evriminden hiçbir farkı yok. Sakın kanma sana çok sonraları ulaşan sıcaklığa ve renk karmaşasına. Ömrümden ömür gitti benim… 

En azından geçiş evreme dair biraz olsun fikir sahibi olabildiğin için huzur içinde ve ileride bunları anlatmasaydım anlayamayacağının yükünden kurtulmuş olarak bakabiliyorum gözlerine. Tamam biliyorum anlatırken kolay benim için her şey. Aklıma ne geliyorsa, tuşlara basmaktan parmağım ağrıyana ya da bir sigara molası verene kadar yazıyor ve kurtuluyorum. Senin için yabancı olduğun bir yerde seyahat anlamına geliyor bunlar ve hazırlıksızsın. O yüzden kendimi sana yeteri kadar anlatamadığım için ne kadar üzgün olduğumu anlaman gerek. Anlaşılmak… Ben… Anlaşılmak gayesinde değilim ki… Yok böyle bir dünya. En azında bir yazılık anlaşılmak istiyorum. Sonra yazdıklarımı bu ipe asıp, gelecek kış gelip de toplamam gerekene kadar bu ipte kurumaya bırakacağım. Daha birkaç gün geçmiş olmasına rağmen sanki senin anıların bunlar da öyle arıyormuşum zihnindeki eşeği. (el elin eşeğini, böö iksde) 

Müsveddeleri amaçlarını yerine getirdikten sonra zımbalarsın ve sana ilk o an gerçekten bir şey ifade eder ya. O zaman bir eser olur ya yazdıkların. İşte öyle eksiktim şimdiye kadar. Parça parça binlerce sayfanın tashihi, numaralandırılması, tekrar tekrar okunması sırasında hep eksiktim. Öyle gelişine bir yerinden zımbaladım şimdi. Demin anlattığım şeyden söylemediğim ama senin çıkardığın bir sevinç ya da huzur falan yok. Kenara koydum eseri. Kahvemi de üzerine koydum ve dibindeki iz baş sayfaya çıktı. Ne yazık ki umurumda değil. Ben de böyle intikam alıyorum kendimdem. 

Giriş bitti. Muhtemelen yine gelişme kısmında vücudum “error” verecek ve diğer bütün yazılarımda olduğu gibi, bunu da yarım bırakma zorunda kalacağım. O yüzden sen önlemini al şimdiden. Senin okumaya tahammül ettiğin kadar tahammülüm yok yazmaya. Parmak uçlarım aşka gelip, yazdığım uzun saatler sonrasında, dan dan diye vurduğum için parmaklarımı, klavyeden intikam almamın sonucu olarak baloncuk haline geliyorlar. Bu bekleyip de geçirebileceğim türden bir şey değil. Bazen her şeye rağmen cezbe halinde yazmaya devam edip acısını sonra çektiğim de oluyor ama bugün kendime eziyet etmek istemiyorum. Sanma ki dönüp defalarca okuduktan sonra paylaşıyorum seninle yazdıklarımı. Son noktayı koyduktan sonra, ki genelde o üç nokta olur; gönderip nasıl kapattığımı görsen sayfayı, biraz daha yitirirsin emeğe olan saygını. Daha çok yitir, inan fazlasını hak etmiyorum. 

Belagat… “Bilinçaltına saygı duymam gerekiyormuş, tüh bak rezil olduk” melodisini çalsın da içsel tutkularıma malzeme üret diye söylemiyorum bunları gerçekten öyle. Bunları sana ben sohbet ederken, sen kendini anlamsız bir şekilde sıkıyorsun diye söylüyorum. 

Bir türlü giremedim konuya bugün farkındayım ama mazur gör bazı şeylerin üstesinden gelmiş olmanın öforik heyacanını. Her şeyden biraz paylaşmak istiyorum seninle sıkmamak için. Dağılıp gidiyoruz sonra. Benim için çok problem değil, bir nevi terapi niyetine yazıyorum şu biçimsiz harflerle cümleleri. Ama sen değerlisin. Zamanın değerli. O yüzden gözlerine baktığım zaman, benimle beraber yaşadığın mutluluğu görmek istiyorum artık. Mutluluk adına acemice giriştiğim teşebbüslerden dolayı, yalnızca senin huzurunda utanmıyorum. Biliyorum yakınsın bana, çok yakın. “Dızzzuzuzuzzz tıp” diye orana burana konan, iğrençlik abidesi sineği elinin tersi ile savuşturur gibi savuşturacaksın yeri geldiği zaman beni. Tam o anda, benimle beraber gelmeyi sürdürebil diye yollar bıraktım senin için her yazımda. Normalde sevmem bunları söylemeyi bir çeşit kibre savuruyor beni fark etmeden ama seni düşündüğümü de bilmeni istiyorum. Belagat… Bunun açıklamasını yapmayacağım sen doldur boşluğu. Mıy mıy mıy… Neyse, yeteri kadar konuştuk bugün yarın gireriz mevzuya. İyi geceler güzel insan. Şimdi düşünce küreklerini çeke çeke süzül git üzerimden… 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

ReCAPTCHA doğrulama süresi sona erdi. Lütfen sayfayı yeniden yükleyin.

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.