+Bu surat ne ağabey?
-Yazı yazacağım ciddi olmam lazım.
+Bana da mı ağabey?
-Çık aradan Fikri…
+Olmaz ağabey olmaz. Sen kendine itiraf etmedikçe olmayacak.-En azından bugün biraz yalnız kalamaz mıyım?+Olmayacak ki ağabey. Ben gidince de olmayacak…-Denemeden bilemeyiz Fikri.+Artık nerede nasıl davranacağımı biliyorum ve sen beni gerçekten istemeyene kadar buradayım.-Fik… … Kal.
+Ağabey ironi yapma. Uyarılarımı dikkate alman gerekiyor. Amaçların vardı ne çabuk unuttun…-Amaçlarım bencil bir hal almaya başladı küçüğüm. Sana çocuktan bahsetmiştim. Biliyorsun işte durumu. Gözlerimin içine içine bakıyor. Ruhumu görüyor Fikri. +Şu soyut-somut zımbırtısını anlatsan rahatlamaz mısın?-Bir süre, sadece kısa bir süre Fikri. Sonra ne olacak?+Ondan sonra da başka şeyler anlatırsın…-Ya ondan sonra?+…-Bir şey anlatamayacağım zaman ne olacak Fikri? Her şeyi buna bağlamam sence de doğru mu?+Gördüklerimizi anlat ağabey. Müziğin sesini aç ve anlat. Sadece anlatsan olmaz mı? Sonra başımızın çaresine bakabiliriz. Hep bakmadık mı? Bir çocuğun bakışına gömmeyeceksin kendini değil mi?-Bir çocuğun bakışı demek? Demek sadece bir çocuğun bakışı…+Neden böyle yapıyorsun ağabey? Benim bir suçum yok. Bunda kimsenin bir suçu yok…
+ Olmayacak ağabey. Olmayacak…-Kapatacak mısın artık o şom ağzını?!+”Ruh kendini iyileştirmek için ne yapması gerektiğini her zaman bilir. Zor olan zihni susturmaktır.”-Kolaysa sen sustur Fikri. Heybeden sallamak kolay. Orada olan sensin, hadi sustur!+”Geçmiş ne kadar zor olmuş olursa olsun, her an yeniden başlayabilirsiniz.” Elimden bir şey gelmediğini sen de biliyorsun…-Biliyorum küçük arkadaşım, biliyorum. Sırf sana durumun söylediğin gibi olmadığını ispat etmek için yazacağım bugün. Şimdi sus ve seyret olur mu?
Soyutlama yolu ile elde edilen, varlığı ancak nesnede gerçekleşen şeye denir somutun zıttı. Felsefi anlamda ise düşüncenin nesnelerden sıyrılma çabasına ise soyutlama deniyor dost. Bir şeyin ispatının ancak bir nesne ile mümkün olabildiği bu görsel çağda soyutladığın şeyi nasıl ispat edebilirsin ki? O nesne nasıl taşıyacak soyutu ki kaim olabilecek o güzellik yerine zihinlerinde?
Bak beni yanlış anlamanı istemiyorum. Hele hele bugün beni yanlış anlamamak zorundasın. Amacım nesnel gerçekliğin yerine koymak değil düşünceyi. Amacım sana benim gözümde soyut olanların da en az somut olanlar kadar bir öneminin olduğunu idrak ettirmek.
+Bak ağabey… Bak güzel abicim. “İnsanın karnını doyuran ekmek düşüncesi değil, ekmeğin kendisidir.”
-Ya ekmek de karnını doyurmuyorsa Fikri? Ya en lezzetli yemekler bile açlığını gidermiyorsa ne yapacaksın?
+Ekmek karnını her zaman doyurur ağabey. Ekmeğin yaradılış gayesi budur. Yalnızca başka yerden bakıyorsun.
-Ah Fikri ah…
Peki madem, soyutladığım düşünceyi onun yerine koyamayacağım veya koysam bile hiçbir zaman aynısı olmayacak anladık dost. Amacımız da zaten bu değil mi? Olan halinden memnun olmadığımız için soyutlamaz mıyız?
+Her zaman öyle olmaz ağabey. Beni ciddiye almayıp onlara söylüyorsun ama dediklerimden yola çıkıyorsun. Tamam henüz 1.5 yaşında olabilirim ama unutma burada zaman orada olduğundan çok daha farklı işliyor…
Amacım soyut ile somut bir gerçeklik edinmek değil dost. Amacım soyut ile gerçeği bulmak. O gerçek asla somut olamaz. Düşünceme göre somut olan bir şey gerçek olamaz. Hayat o kadar basit olamaz dost…
Neyse kulaklarımı kaldırıp bir süre beklediysem de girmedi bu sefer araya…
Soyut şeylerin diyalektiği nasıl gerçek olabilir ki senin gözünde? Bir maddeyle temellendiremediğin şeyler gerçek değilse o zaman bu hissettiklerim ne dost?
+Abi sen beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun? Neden demagoji yapıyorsun söyler misin? Onlar öyle bir şey söylemediler ki!
-Sadece nerede olduğunu merak etmiştim Fikri.
Dost, aslında farkında olmadan bütün varlığımızı temellendirdiğimiz ve hayati öneme haiz soyut kavramları görmezden gelemiyor oluşumu anlıyorsun değil mi?
+Arsız ettin beni iyice…
Yoksa sen de mi “hakkı” hukuken korunan menfaat olarak tanımlayan güruhtansın dost?
+Ne alaka abi ne alaka yav gözünü seveyim.
-Yok sadece bir dokundurayım dedim. Soyut şeyleri bir tanıma dahil edemeden rahat edemiyoruz Fikri. Tanımlar arasında boğulmadan kurtulamıyoruz baskısından. Tanımlar da bir zihnin soyutlaması sonucu elde ettikleri ise de biz onlara iman etmeden duramıyoruz Fikri…
Duyu organların ile tanımlayamadığın şeyler soyutlardır senin gözünde. Yani yerini herhangi bir maddeyi referans alarak belirleyemezsin hiçbir zaman. Orada işte der ama gerçekte nerede olduğunu bilemezsin. Hissetmek soyutken farklı somutken farklı anlama mı gelir dost? Hisseden organın ten olunca farklı, yürek olunca farklı bilirsin gerçeği? Sen nerenle hissediyorsun dost?
Soyut şeyleri bir başkasını referans noktası olarak belirlemeden algılamak daha kolaydır. Duyu organların bir işe yaramadığı için aklını kullanman gerekiyor onun sende var olması için. Hissetmen gerekir onu. Ne yazık ki artık bu görsel çağda insanlar soyut şeyleri bile bir başkasındakileri referans alarak yaşamaya çalışıyorlar. Mantıklı buldukları hayatı yaşadıkları insanları sevmeye zorluyorlar kendilerini ve buna bir süre sonra gerçekten inanıyorlar dost. Anlayamadıkları noktaları kabul etmek yerine anlamak zorunda hissedip saçmalıyorlar…
Soyut ile somutu bir birinden ayırdıklarında neden biri çıkıp da “durun kalabalıklar” demedi? Hiç can bedenden ayrılır mı dost? Gözden bakış hiç çıkarılır mı? Çıkardılar dost. Artık insanlar bakıyorlar ama hepsini toplasan bir yudum anlam çıkmıyor içinden…
+Tamam anlıyorum ağabey. Belki anlayamasam da hissediyorum. Hissettiklerimin ne olduğunu bile tam olarak bilemiyorum ama deniyorum işte. Ne olur sadece yaz olur mu? Ara girmesin kimse ne olur. Biraz izin versem yine doluşacaklar zihnine biliyorum. Bak inan seni de düşünüyorum ama burada güvenliğim söz konusu…
-Seni bencil, aşağılık piç kurusu!
İnsanlar bazı şeyleri ya tecrübe etmeli ya da akletmeli dost. Tecrübe ettiğimiz her şeyin mahiyetini takdir edersin ki idrak edemiyoruz. Bu durumda biraz olsun akletmemiz gerekiyor.
Peki nasıl olacak bu süreç? “Al bak şimdi düşündüm işte ben oldu mu?” modunda yaşadığın şeylerden bahsetmiyorum. Gerçekten düşünmek ne demek sana sayfalarca anlattığım şeylerin gerçek mahiyetini anlatmaya çalışıyorum son birkaç yazıdır. İnan o kadar doluyum ki… Şu amacımın kirlenmemesi için ne kadar çaba gösteriyorum bir bilsen. Her şerde bir hayır vardır ya bu gösterdiğim direnç sayesinde yeni yeni yazım teknikleri geliştirdim. Üzerimdeki baskı arttıkça işlerde kontrolümden çıkmaya başladı. Her şeyin bir sebebinin olduğuna inanıyor olmasam daha çok başında gömecektim bu satırları. Onları yalnızca benim bilecek olmam ne acı olurdu değil mi? İnan her zaman bir bahanem oluyor. İnan her zaman kaçmak için bir yol bulabiliyorum. Bunun bir korku dolayısıyla olduğunu sanma sakın! Bu yalnızca kaldıramadığımdan dost…
+Allahtan zihnindeyim. Yoksa her “…” sonucunda seni uzaklara dalıyor sanardım ağabey…
-Baktığım yerler bana zaten uzaklar Fikri.
Nasıl akledeceğiz dost? Zihnimize gerçekten nasıl güveneceğiz? Kendimizinkine güvenemezken bir başkasının zihnine nasıl güvenebiliriz dost? Akletmeden ulaşamadığımız ruha nasıl olacak da ceset haline gelmeden önce kavuşabileceğiz? Sen ceset olmaktan mutlu musun dost?
Eğer kavramlar gerçekten de nesnel gerçekliklerin bir yansıması ise… Nesnel? Nesneden kaynaklı mı? Yoksa objektif bakış açısına sahip bir özne mi?
Eğer kavramlar gerçekten de nesnel gerçekliklerin bir yansıması ise, nesnel gerçekliğe nasıl ulaşacağız? Yansımasına eridiğimiz ve dağıldığımız noktalarda kendimizi bir kaba döküp, aldığımız şekilleri kavram sandığımız noktalarda gerçek gerçek mi olacak? Beni iyi dinle dost. İyi dinle çünkü Fikri bile dinliyor. O bile sustu. O bile beni gerçekten anlamaya çalışıyor…
Kavramlar olmadan açıklayamadığımız şeyleri, kavramlarla ancak nesnel gerçekliğin zihnimize düşen yansımaları ile mi ifade edebileceğiz? Eğer öyle ise bu yansımalar başka zaman başka birinin zihnine farklı açıda düşünce hangi kavram hakikat olacak dost?
“Kavramlar, insanın düşünce ve hayal gücü özgürlüğüyle var olmazlar. Doğada et ve kana sahiptirler. Özdekçilik de bu demektir işte. Mistik bir dille söylenirse insansal kavramlar, doğanın ruhudur. Bu demektir ki insanın kavramlarında doğa orijinal ve diyalektik biçimde yansır.”
+Bişey dicem ağbi. Ah ağzım yüzüm kaymaya başladı özür dilerim. Dediklerine göre benim anlamım da en az sizinkiler kadar yüce olmalı öyle değil mi? Daha doğrusu öğrenmek istediğim şey zihnin ile dokunabildiğin için benim de bir değerim olmalı.
-Senin bir değere ihtiyacın yok Fikri. Sen zaten değerin kendisisin. Sen zihnimdeki kalite kontrol kurumusun. Yorum yapmadığın bir şey benim için gerçekten anlamsız.
+Hayır ağabey hayır. Demek istediğim şey varlığımın yazılar dışında bir anlamının olup olmadığı…
-Çevrende bir parça et yok diye mi bu hüzün Fikri?
+Delilim yok ağabey. Var olduğuma dair bir delilim yok…
-Benim var mı Fikri? Birkaç et parçası varlığımı kabul ediyor diye mi yaşıyorum sanıyorsun? Madem öyle varlığını kabul ediyorum Fikri sen de yaşıyorsun.
+Gece olmasa gündüzü idrak edebilir miydik ağabey?
-Edemezdik Fikri.
+O zaman nedir derdin bu zıtlıklarla ağabey?
-Gece ile gündüz somut olarak bir zıtlık barındırsa da soyut olarak iç içedir Fikri. Soyut olarak içe olduğunu bir türlü sindirememin sebebi de satırlarca anlattığım durumdan kaynaklanıyor işte. İçine sindiremediğin zaman üzerini örtüp kapatma diye anlatıyorum bunları. En azından bak bir ne oluyor diye orada. Zaten her şey madde, zaten her şey somut Fikriğ. Bari sen yapma. Zahirde bile zıtlık yok gerçekten bakarsan. Zıtlıklar en azından taraflardan birini idrak edebilmen için Allah’ın yarattığı bir ayrım. Onun gözünde ayrımlar olsa da zıtlıklar olamaz Fikri. O yaratır. En azından birini anlayabilmemiz için de örnek verir.
+Ne diyorsun ağabey?
-Ne dememi bekliyorsun Fikri? Gece ile gündüzü düşman mı sanayım? Güzel ile çirkini ayırt mı edeyim diyorsun? Varlık ile yokluk…
+Niye sustun ağabey?
Sevgi mi önemlidir yoksa sevdiğin mi dost? Sevgi ancak bir bedende can bulunca değer kazanır değil mi? Sevgi gerçeğini soyut olarak algılayamadığın için somutlaştırmak istersin ve sonuçta bir bedene hapsolur kalır.
Sevgi mi önemlidir yoksa sevdiğin mi dost? Sevgiyi idrak edebilmen ancak bir bedene hapsedince mümkün oluyorsa durma sev. Bedenini değil, çektirdiğin çileyi değil ama dost. Çektiğin çileyi sevme dost.
Burada amacım her şeyi sevgi çatısında bağlamak değil. Soyutu somuta indirgediğin zaman, sırf o somut kaba sığmak için ne hale geldiğini görmeni istediğim içindi geçen birkaç cümle. Ruh da sığdı beden kabına dost. Soruyorum şimdi gerçekten mutlu musun? Bak içine gör. Cevap vermene gerek yok. İstediğin kadar soyutu sığdır maddeye. Gönlünce yap bunu. Saç savur hepsi senin.
+Ağabey yeter artık gidelim.
-Daha bitmedi Fikri.
Felsefeyi deneye zorlamak ne büyük ahmaklık. Düşünceyi bilime sormak ne büyük ahmaklık dost. Geceyi gündüzle açıklamamış olsa yaratıcı, bilmezdim insanın acziyetini. Ancak biliyorum acziyetini insanın dost. Biliyorum. Gece de gündüz de bir günün parçası değil bir birinin zıttıdır. Birinden birini seçersin ancak. Gündüz yaşar gece ölürsün. Gece karanlıktır gözlerini kapattığın için. Gündüz aydınlık olacak sen gözlerini açtığında. Şimdilik hoşçakal dost…
+Sapıtmadan bitirseydin iyiydi ağabey…
