Sevgiden, çiçeklerden, böceklerden bahsetmek istiyorum bugün… İç açan motivasyon konuşmaları yapıp, sadece birkaç dakika bile olsun iyi hissettirmek istiyorum sana kendini. Yazı bittiğinde “ah ne tatlı çocuk” demeni ve gezdiğimiz yerlerde çiçek kokusu bırakmak istiyorum. Kelebekler uçsun etrafımızda, çimenlerde debelenip duralım güzellik ve Güneş ısıtsın tenimizi…
+Allahu Akbar! Bir kere de adam gibi girsen olmayacak değil mi mevzuya? Nedir bu sendeki ironi takıntısı bilmiyorum ağabey…
-Ne demeye çalışıyorsun Fikri?
+Ne demek istediğimi biliyorsun ağabey…
-Yani burası benim tek özgürlük alanımken, senin kokuşmuş zihnine göre mi hareket edeceğim Fikri?
+Eyvallah ağbi…
Gerçekten istiyorum ki dünyanın en mutlu insanı olasın güzellik. Duygularını samimiyetle yaşayıp, hüzünlerini örtmenin gerekmediği bir dünyada var olasın. Takdir edersin ki öyle bir yerde değiliz. O yüzden lafı hiç uzatmayacağım ve kaldığımız yerin neresi olduğunu unuttuğum için yine bilmediğimiz bir yerden devam edeceğiz. Keşke bana hatırlatsan bu tür şeyleri…
+Ben hatırlatayım işte ağbiy. Ne olur ben hatırlatsam…
-Duygu sömürüsü yapma Fikri. İki gündür bana neler yaşattığını ikimiz de biliyoruz. O yüzden sessizce dinle ve mümkünse hiç karışma!
Şu, yeni savaştan çıkmış teletabi diyarında seni seviyor olmamın bir sebebi var. Sevebilmek için sevgilinin yalnızca bir aracı olabildiği bu diyarda, seni seçmiş olmam pek özellikli bir şeymiş gibi görünmüyor olabilir. Yalnızca buraya gelene kadarki süreç içerisinde yaşadıklarımızı düşünürsen, seni sana rağmen nasıl sevebildiğime gerçekten hayret edeceksin. Neyse şu anda küçük bir patlama yaşamak üzereyim ve kendimi gerçekten çok zor tutuyorum.
+Yalan söylüyor! Ey ahaliii yalan söylüyor!!
-Tamam makara yapıyoruz işte Fikri. Sen ne güzel bir çocuk olmuştun. Ne oldu sana şu iki günde gerçekten bilmiyorum…
+Kafayı yedirttin bana ağabey!
-Susar mısın Fikri. Girmiyoruz o konulara…
Bugün biraz karmaşık bir meseleden bahsedeceğim. Dikkatli dinlemen gerekecek. Çünkü henüz ham olsa da aklımı kurcalayan bir teori bu…
Yaratıcının yaratım sürecine bizim dünyamızda idrak edebileceğimiz doğrudan bir etkisinin olmaması gerçekten hep kafamı kurcalayan bir durum olmuştur. Şöyle ki, biz yaratılmışlar olarak var olmamız için gereken sürece ancak başka yaratılmışlar sayesinde sahipken yaşayabilecek kıvama gelebiliyoruz. Varlık sürecimizi anne karnına düşmemizi baz alarak ifade edecek olursak; bu sürece yaratıcının idrak edebileceğimiz bir katkısını muhtemelen düşünerek bulamayacağız. Ancak yaratıcı bize seslendiği her an bizim yaratılmış mahluklar olduğumuzu bildirir. Bu durumda yaratılma sürecimiz başka yaratıklar ile bağlantılı olsa da, bizim göremediğimiz bir durumun varlığı söz konusu olmalı değil mi?
Bu bizim kul aklımız ile idrak edebileceğimiz bir durum değilmiş gibi dursa da, yaratıcının sürekli düşünmemiz gerektiğini ve ancak üzerinde düşünülmüş şeylere karşı bir değer gösteriyor olduğunu hesaba katarak biraz irdelemek istedim.
Yaratılış sürecimizin belirli kanunlar ve biyolojik tepkimeler sonucunda gerçekleşmesinin ve sürekli bahsettiğim, Allah’ın “Ol” deyişinin bu boyut içerisindeki sürecini hatırlarsın. İşte bugün değinmek istediğim konu biraz da bu olacak. Çünkü Allah’ın “Ol” değişinin bu boyuttaki sistemli ve matematiksel güzelliğinin farkında olmamız gerekiyor.
Evrenin yaratılışını bir noktaya kadar da olsa açıklama gayretini gösterdik. İnsanlık olarak gerçekten uzun zamandır yapıyor olduğumuz şey, bir yere kadar olsa da “nasıl” sorusuna cevap verebiliyor olmasına rağmen, “neden” sorusu hala büyük bir gizem halinde karşımızda durmakta.
sicim teorisi hakkında video:
[youtube=https://www.youtube.com/watch?v=sLjtwNVaJik&w=320&h=266]
Bu videoyu izlersen devamında söyleyeceğim şeyler için biraz fikir sahibi olacaksın. Lütfen ihmal etme yoksa söylediklerim yalnızca benim uçuk fikirlerim olarak kalacak…
Konumuza dönelim…
Evrenin bir noktaya kadar açıklanması durumunu mecazi olarak söylemedim. Evren gerçekten bir noktaya kadar açıklanabiliyor. Şöyle ifade edeyim, evrenin açıklanabilen ilk hali bir noktadan ibaret. Bu nokta sonsuz yoğunlukta ve sıfır hacimli bir durumda. Bu durumda 0 hacim yokluk anlamına geliyor. Yani evrenin ezeli olduğu fikri bilimin geliştiği “nokta”da artık bazı kafalar için gerçekliğini yitirmek zorunda. Yine bu noktanın çeşitli tesadüfler sonucu şimdiki haline gelemeyeceği sanıyorum ki aşikar senin için. Tesadüf eseri o ilk patlamanın gerçekleşmesinin asla mümkün olmayacağını anlamışsındır. Bu resmen yoktan var edilme durumu anlıyorsun değil mi?
Bilimin belirli bir yere kadar ilahi dinlerin aleyhine geliştiğini sanmamız aslında bizim cahilliğimizden kaynaklanıyormuş. Daha 20. yüzyılın başlarına kadar evrenin ezeli, sabit ve sonsuz olduğunu savunan bilim adamlarına karşı Kur’an’ın 1400 yıl önce sunduğu argüman şu olmuştur. Zariyat suresinin 47. ayet-i kerimesinde: “Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişletiyoruz.”
“Türkçeye “Şüphesiz biz genişletiyoruz.” şeklinde çevrilen ifadenin Arapçası إِنَّا لَمُوسِعُونَ şeklindedir. مُوسِعُونَ kelimesi, “genişletmek” anlamına gelen أَوْسَعَ fiilinden türemiştir. Başındaki “lâm” ise, lâm-ı tekit olup, takip ettiği isim ya da sıfata vurgu yaparak “çok fazla” anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade: “Biz evreni çok fazla genişletiyoruz.” anlamına gelmektedir.”
Einstein’in bile o zamanın otoritelerine karşı gelmemek adına bulduğu teoriyi bir kenara bırakmasının sebebi insani zaaflarımızdan kaynaklanıyor. Sonra bu duruma kariyerimin en büyük hatası demesinin sebebi de bunu fark ve kabul edebilecek bir idrak kapasitesine sahip olmasından. Mı? Acaba? Neyse…
Demek istediğim şey evrenin yokluktan tesadüf eseri, içindeki her şey ve özellikle hayat ile meydana gelmiş olmasına yaratıcıya imandan daha büyük bir iman gerektiriyor olduğu. O yüzden materyalist kafaların yüzeysel fikirlerine saygı duymuyorum…
İstersen sana materyalist bir kafanın hezayanını göstereyim…
Dennis Sciama: “Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. Bu dönem içinde ben de bir rol üstlenmiştim. Çünkü gerçekliğine inandığım için değil, gerçek olmasını istediğim için ‘sabit durum’ teorisini savunuyordum. Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu.”
Yaratıcıyı kabul etmemek adına yüzyıllardır kıçlarını yırtan materyalist kafaların derdinin ne olduğunu gerçekten anlayamıyorum. Bu duruma, Einstein’e bulduğu teoriyi rafa kaldırma fikrini aşılayan insani zaaflar ve yetersizliklerin neden olduğunu düşünsem de, aslında yaratıcının varlığının onlara kendilerini aciz bir toz zerresi gibi hissettiriyor oluşuyla bir alakası olmalı. Asıl kızdığım şey ise bizim bu insanları referans alarak fikirlerimizi ve inançlarımızı belirliyor oluşumuza. Şu anda savunulan ve red edilen görüşlerin o zamandan ve hatta ondan da öncesinden mantıken hiç bir farkı yok. Bunu şeylen söylemiyorum. Dediğim şey, insani zaaflar ve eksikliklerimizin bizi körü körüne bazı fikirlerin kölesi olmaya mecbur ediyor oluşu. Melekler katına yükselmiş İblisin kibir günahı sebebiyle oradan kovulduğunu ve bunun özgür iradeye sahip yaratıkların bir doğası olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Aslında ne düşündüğümüzü ve neyi ifade ettiğimizi fark etmemiz gerekiyor. Düşünmeden ifade ettiğimiz şeylerin bizi yıllarca neleri yapmaya mecbur ettiğini ve bu yüzden ne boş günler geçirdiğimizi görmeliyiz güzel kardeşim…
Bu da Stephen Hawking’den: Neden evren zamanın bir ucunda, geçmiş diye adlandırdığımız bir ucunda yüksek bir düzen durumu içinde olmalıdır? Neden bütün zamanlar boyunca tamamen bir düzensizlik içinde değildir? Düzensizlik içinde olması çok daha mümkün görülebilir. Ve neden düzensizliğin arttığı zamanın yönü neden evrenin genişleme yönü ile aynıdır? Bir muhtemel görüş Yaratıcının evrenin genişleme evresi için başlangıcında yumuşak ve düzenli bir durum seçmiş olmasıdır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmamalıyız veya nedenlerini sormamalıyız, çünkü evren Yaratıcının yaratması ile başlamıştır. Aslında evrenin bütün tarihinin Yaratıcı tarafından yaratıldığı söylenebilir. Görülmektedir ki, evren çok düzenli, belirlenmiş kanunlara göre gelişmektedir.
Bunları bir kenara bırakıp başka bir yerden devam etmek istiyorum şimdi. Umarım dağıttığımız bu parçaları yeniden toparlayarak büyük resmi görebiliriz…
Allah’ın yarattıklarının öyle gelişigüzel şekilde meydana gelmediğini biliyoruz. Bu sistemli ve kusursuz gidişat içerisindeki değişkenlerin cehaleti ve sapıtmaları sonucu bazı gerçeklere ulaşmamız sürekli bir şekilde erteleniyor olsa da bunun da muhakkak bir sebebi vardır. Bilimin varlık sebebimizden ayrı olarak yüzeysel bir şekilde maddeyi açıklama girişimlerinin mantıken herhangi bir anlamı yok kardeşim. Bilim bunu başka branşlara bırakıyor olsa da, bu ayrım da ikisi arasında kesin çizginler olduğunu işliyor bilinçaltımıza. Halbuki ikisi de birbiri ile iç içe kavramlar. Biri ceset diğeri ise ruh. İkisi de birbirinden ayrı düşünülemez asla. Öyle olsa, yaratıcı bize göre 1400 yıl önceki sözlerinde asla anlaşılamayacak o ayetleri ifade etmezdi. Hatta zamanında insalığın gelişmesini sağlayan ve o çağın öncüleri olan Müslüman bilim adamları da yine Kur’an’ın iteklemelerine dayanarak bir şeyleri “aklet”meye zorlamadılar mı kendilerini?
Hayatta her zaman size inanarak konuşan ve bunu hareretle savunan insanlarla karşılacağız. Yapmamız gereken bu tür insanlardan sessizce uzaklaşmaktır güzel kardeşim. Artık geldiğimiz çağda, önceleri şekillik ve prestij sağlayan mevhumları yeniden ve bir kere daha sorgulamaktır. Bu adam Müslüman. Gerçekten inanarak doğru olduğunu düşündüğü şeyi savunuyor. Sırf Müslüman diye bu adama inanmak ne kadar aptallıksa, bazı durumlarda yine sırf Müslüman ve inanarak savunuyor diye başka ve aynı misalde insanların söylediklerine iman etmemiz de o ölçüde ahmaklık olacaktır. Buna ben de dahilim. Direk almayacaksın güzel kardeşim, İnstagram’da kız stalklayacağına biraz da bunları araştıracaksın ki aynı duruma düşmeyesin…
Kainatta her şeyde bulunan o tekamül kanunu bizde de mevcut. Bazen istikrar göstermek istediğimiz şeyler yine ezberlediğimiz anlamların sonucu olarak gerçekten bize ve çevremize sigaradan daha zararlı hale gelebiliyor. Şimdi bu adam sevdiğimiz biri yahut geçmişte ayrıntısını bilmediğimiz bir bilim adamı olsaydı ne yapacaktık? O sözlerin üzerine sunulan argümanları bilmiyoruz. Adamı da tanımıyoruz. Ne kafa ile neleri söylediğini, hangi ruh halinde nelere esir olarak konuştuğunu bilmiyoruz değil mi? Diyelim mantıklı buldun ve sorgulamadın aldın bu görüşü de diğerlerinde olduğu gibi. Bak neleri kaçıracaksın önce İslam’dan başlayalım…
“Gökte burçlar kılan, orada parlak bir lamba ve aydınlatıcı bir ay yaratan Allah yücedir” (Furkan, 25/61)
“Yeri de gökten sonra yayıp sermiştir.” (Nâziat, 79/30)
“O dehşet günü gökleri yazılı kâğıt tomarlarını dürer gibi düreriz. Yaratmaya başlamadan önceki hale döndürürüz. Sözümüz sözdür; biz bunu mutlaka yapacağız.” (Enbiya, 21/104)
Bir başka âyet-i kerimede de kıyamet gününde bütün yeryüzünün yalnızca Allah’ın yönetiminde bulunacağı, göklerin de O’nun kudret eliyle dürülmüş olacağı ifade edilmiştir. (Zümer, 39/67)
Yüce Allah kâinatı yoktan yaratmış ve sürekli olarak genişletip bugünkü haline getirmiştir. (krş. Zâriyât 51/47)
Kıyamet gününde yine sonsuz kudretiyle onu dürerek önceki haline getirecek; sonra da âhiret hayatına, o âlem için planladığı şartlara uygun yeni bir âlem gerçekleştirecektir. (bk. İbrâhîm 14/48)
Bunlar ve bunlar gibi anlamlara gelen onlarca ayet sonucu olarak; doğru yaptığımızı sanarken aslında gerçeğe ne kadar ters düştüğümüzü görebiliyor musun? Bakın bizim elemanın bu gün söylediğine karşı elin gavuru 1995’de ne demiş…
Hugh Ross: “Eğer zaman ve madde patlama ile birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren nedenin evrendeki zaman ve makandan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize yaratıcının evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu gösterir.”
+Bunlar birbirlerine karşı söylenmiş şeyler değil ki ağabey…
-Bakıyorum tetiktesin Fikri :) Tebrikler.
+Madem farkındasın neden öyle yazdın o zaman?
-Öncelikle büyük resimde böyle bir ayrıntı önemsizdir. Küçük hatalar anlamı değiştirmez Fikri. Ancak haklısın. Anlamı değiştirmeseler de zarar verebilirler. Hatalara sebep olan şeyler hep böyle küçük ayrıntılar olmuyor mu zaten? İnsanların bir şeye karşı sevgisi ya da nefreti hep önceki tecrübelerinin sonucu olarak ortaya çıkmıyor mu?
+Olabilir de yine uzatıyorsun. Bak ben gerçekten sabırsız bir Fikri’yim… Ne olur zihnim toplan 50 kelime kapasitesinde çalışabiliyor henüz. O yüzden yormasan beni. Konu bütünlüğünü dağıtmayacaksın diye ben yıpranıyorum burada ağabey…
-Orada göstermek istediğim şey bilinç farkı idi. İkisi arasındaki bilinç uçurumunun onları getirdiği yerleri göstermek istemiştim Fikri. Oldu mu?
+Oldu herhalde ağabey. Şimdi öyle bir anda sorunca da bilemiyorum ki…
*
Evrenin daha tek hücre halinde olduğu o ilk anı bilim adamlarımız görebilse de tam olarak idrak edemiyorlar güzel kardeşim. Daha doğrusu yalnızca açıklamak peşindeler, anlamak peşinde değil…
Bu durumda; o ilk noktanın, yani evrenin daha tek hücreli makamında olduğu o anın bir şeyin sonucu olarak patlamasını, “big bang”in de yaratıcının “Ol” demesi sonucu meydana gelmiş olması gerekir. Yani bilim adamlarının noktanın patlaması için gereken ilk enerjinin nereden geldiğini böylece anlamış oluyoruz. Yaratıcı “Ol” dedi ve oldu. Ancak sürecin bu boyutta gerçekleşmesi 13.8 milyar yıl aldı, ne demek istediğimi anlıyor musun?
Yaratıcının zaman ve mekan kavramları ile bağlı olmadığını biliyoruz. Bağlı olmamakla birlikte, diğer her şey ile birlikte bu kavramları da yarattığını da…
Sana söylemiyorum bunları kronik ate. En azından yaratıcının varlığının ihtimalini hayatında bir kez olsun düşünmüş insanlara hitap ediyorum. O yüzden parazit yapma olur mu? Seni tanrısızlığın tanrısı ile baş başa bırakıp yazıya devam etmek istiyorum şimdi. Çünkü düşünce sürecin beni gerçekten çileden çıkarıyor. Şimdi sessizce uzaklaş olur mu?
Şimdi bunları söylerken O’nun bu kavramlarla bağlı olmadığını söylemek istiyorum. Ancak aynı yaratıcının zamana ve mekana içkin bir yönünün olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Yani yaratıcı, yaratma sürecini gerçekleştirip insanlığı bu sisteme terk etmediğini kendisi ifade ediyor bunu kutsal kitaplarda görebilirsin. Görmen için yazacağım ayetler yazıyı gerçekten okunması zor bir hale getireceği için devam etmem gerekiyor.
Tamam şaka yaptım. Nasıl bir tepki vereceğini görmem gerekiyordu. Önce insanın nasıl yaratıldığını göstermek istiyorum birkaç ayet ile…
“Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Âdem’in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) hâline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)…”(Mü’minun, 23/12-14)
“Allah sizi (Hz. Âdem’i) bir topraktan, sonra bir meniden (Hz. Âdem’in neslini) yarattı.” (Fatır, 35/11)
“O’dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.” (Secde, 32/7).
“Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık…” (Hicr, 15/26).
“Halbuki O, sizi çeşitli merhaleler hâlinde yarattı.”(Nuh, 71/14).
“Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki biz sizi (aslınızı) topraktan, sonra (onun neslini) insan suyundan (spermadan) sonra alaka (yapışan şey)’dan daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık (ve bunları) size (kudretimizin kemalini) apaçık gösterelim diye (yaptık) sizi dileyeceğimiz muayyen bir vakte kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz.” (Hacc, 22/5).
Burada bizim biyolojik olarak yaratılma sürecimizi Allah Kur’an’da ifade ediyor. Yaratmayı gerçekleştirip bırakmış olabilir mi sence? Hayır tabi… Bu cümleleri görebilmemiz ancak onun istemesi ile mümkün. Bunu gerçek anlamda söylüyorum. Yani yaratıcı insalığın başından beri elçiler göndermese bunları şu an buraya yazamayacak ve götümden uydurmak zorunda kalacaktım. İçimde yanan o ateşi temellendirebileceğim kaynakların olması beni gerçekten mutlu ediyor.
Biyolojik olarak yaratılma sürecimiz merhaleler halinde ilerlemişken ve tekamül yaratılmış evrenin her noktasında kendini belli ederken, bilincimiz için bu böyle olmayabilir demek ne kadar mantıklı? Bilinç bunun asıl kaynağı güzellik. Bilinç tekamülün ana vatanı. Diğerleri biraz et, biraz da kemik…
Şimdi, birleştireceğimiz puzzle parçalarının bir kısmını da olsa görmüş olduk değil mi? İzninle devam edelim ve diğer parçaları da tanıyarak birleştirelim olur mu?
Yaratıcının idraki mümkün olmayacak ve idrakinin mümkün olabildiği bir varlık da zaten yaratıcı olamayacaktır. Yaratıcıyı değerlendirip, bir şekilde temellendirmek için kullanacağımız bütün kavramlar zaten onun eseri olduğundan ve sanatçının idrakinin de ancak eserlerinin tefekkürü ile mümkün olabildiğinden, yaratılmış kavramlar ile onu ancak sezebilmemiz mümkün olabilir. O yüzden idrak takıntımızı gerçekçi olarak bu durumda tecrübe edebilmemiz mümkün olmayacak. Ancak varlığını sezebileceğiz ve sezebildiğimiz şeyler dahi asla gerçek anlamda O’nu yansıtamayacak.
Peki bu durumda neden anlamak ister insan?
En azından, elimizdeki imkanlarla bu boyut için belirli soruların cevabını yine yaratıcı tarafından verilmiş.
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.
1- De ki; O Allah bir tektir.
2- Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir).
3- Doğurmadı ve doğurulmadı
4- O ‘na bir denk de olmadı.”
Bak sayende konuya giremiyorum. Sürekli beni ana konudan saptırıyorsun. Burada megaloman bir yaratıcı yok. Şu boyutta zorla düşünebildiğin birkaç kavram ile o boyutu yargılayamazsın. Bu bir tahakküm değil. Bu görebildiğin sebeplerin yüzeysel zihnindeki sonuçları. Bu gerçekten böyle bak. O yüzden izin verirsen devam etmem gerekiyor. Sadece annenin çocuğuna evladım demesini düşün. Bu bir gösteriş değildir. Evladın zahiri sebebi annedir ve annenin çocuğum demesinde bir yanlışlık yoktur. Burada yaratıcıdan bahsediyoruz. Onun için yanlışlık diye bir şeyin olması gerçekten söz konusu bile değil. Eğer olsaydı ona yaratıcı demezdik zaten…
Bak bunu anlaman gerekiyor. O’nu kendinden bağımsız olarak düşünmezsen anlaman gerçekten mümkün olamayacak. Sen kendini yahut senin gibi yaratılmış olan başka varlıkları referans alarak anlamaya çalışıyorsun onu. Bu doğru bir yöntem değil güzellik…
İnandığım kavramları sana elimden geldiği kadar açıklamaya çalıştım. Tekamülden kastımın soyut olarak bilinç evrimi anlamına geldiğini de buraya kadar çıkarmışsındır diye düşünüyorum. Fiziksel evrim belki de Allah’ın ol deyişinin sonucu olarak bu boyutta anladığımızdan farklı şekillerde gerçekleşmiş olabilir. Olmayada bilir. Somut bir şeyi referans olarak almadıktan sonra soyutlar yerine oturmadığından bu kadar şeyi açıklamam gerekti. Hem açıklarken ben de bazı şeyleri yeniden muhakeme edebiliyorum…
Şimdi Allah’ın zaman ve mekan mevhumlarından bağımsız olması gerektiğini ve eğer öyle olmasaydı onun yaratıcı olamayacağını anladığımıza göre biraz daha derinlere inelim… Yaratıcıyı yüzeysel olarak var kabul etmememiz ve gerçekten varlığını sindirmemiz gerekiyor bunun için. Yanlış yerlere gitmeyelim diye onun varlığını ezberlediğinden öteye geçirmeye çalıştım önceki paragraflarda.
Bu tekamül sürecinin, çeşitli ödül ve ızdıraplarla renklendirilen bir oyundan öte olduğunu düşünüyorum. Bu boyut düzeyinde idrak edebildiğimiz sınır başka boyutlarda komik görünüyor olabilir. Tıpkı iki boyutlu bir nesnenin üç boyutlu bir nesneyi anlamaya çalışırken komik görünmesi gibi…
Acaba biz bu boyutta nelerden eksiğiz bir düşünsene? Düştüğümüz çelişkiler, öfke, nefret, düşünceler… Bunlar aslında ne ölçüde kalıyor hayal edebiliyor musun? Bu yazıya kadar daha bu boyut içerisindeki yüzeyde ilerlemiştik. O yüzde ezberler, yapılan hatalar, sevgiler, nefretler ve daha nicesini konuşmuştuk beraber. Şu videoyu izlersen başka bir boyuta göre aslında böyle görünüyor olabileceğimizi daha net anlayacaksındır.
Yaratıcı bütün bu boyutların üzerinde güzel kardeşim. Anlayabiliyor musun? Boyutları o yarattı yani…
Bu da demek oluyor ki öyle bir kudret ve ilim bizim yaptıklarımızla zarar görmez ve bir yarar sağlamaz. Yine o boyuttaki varlık bize bizim için bir şeyler anlatıyor. Anlattıkları ise tekamül sürecimizdeki devinimlerimizin bir haritası niteliğinde. Kur’an aslında yaşıyor olduğumuz çelişkilere, ruh hallerimize bir cevap veriyor olabilir.
Bazı noktalarda yuvarlak konuşmamın sebebi önceden ezberlediğimiz anlamların bazı konularda iyi savunuluyor olmasından kaynaklanıyor. Bu durumda gaza gelip bazı şeylerin hemen olmasını istemem de iyi sonuçlara sebep olamayacak kadar aptalca bir girişim olacağı için bir süre bazı şeyler yerine oturana kadar böyle devam edeceğiz.
-Fikri neden sesin çıkmıyor? Canım sıkıldı burada Fikrriiiğğ!
+Ağabey havsalanın ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?
-Sen biliyorsan ben de biliyorumdur Fikri.
+Ha işte o bende şu an pek yerinde değil. Daha doğrusu yerindeydi ama kuru erik kıvamına geldi…
-Senin şımarık girişlerini özleyeceğim aklıma gelmezdi Fikri. Bu kadar ciddi olma ne olur…
+eheh…
-Fikriğ!
+Ağabey cidden durumlar sıkıntılı şu an. Ben kimim, neyim, neden buradayım sorularının cevabını veremiyorum kendime bir türlü…
-Tamam Fikri gaza gelme hemen. Şimdi sessizce otur ve havsalanla uğraş olur mu?
+Ama hep böyle yapıyorsun. Neden yani ne güzel anlatacaktım sana derdimi işte…
-Fikriğ!
+Tamam şu videoyu izlettir…
-Bu ne demek Fikri?
-Kitlendim kaldım ekrana Fikri. Teşekkür ederim. Hafsalan almadığında… Ağğğğğ! Tamam bazen ben de düşünüyorum bunu. Gerçekten bazen ben de düşünüyorum Fikri. Sadece sevmek yeter mi her şey için. Bilemiyorum Fikri. Gerçekten bilemiyorum…
+Nasıldım ağbiiiiy! :)))
-Siktir git Fikri. Gerçekten siktir git! Ulan seni ciddiye aldığım için kendimden utanıyorum!
+… Ne yapsak yaranamıyoruz sana da…
+Şey diyor orada: “Zaten hep yapıyorsunuz… Her zaman kalbinizdekini yapıyorsunuz. Kalbinizden kaçamazsınız… Çünkü hayat bir paradokstur. Karışıklıklar denizidir. O zaman sevin! Sevin!”Her şeyi bırakıp sadece sevsek olmaz mı ağabey?
Neyse bitirelim. Sonra devam ederiz…
Unutmadan, “Her şeyi kapsayan bir hayal kırıklığı olmadan herşeyi kapsayan bir düşünce değişimi gerçekleşmez.” demiş biri…